Güz, iki kitap, bir yorum...
7 Eylül, Salı
Bir hüzün, adamın böğrünü delecek. Nedendir bilinmez. Elim okumaya, yazmaya, duaya… umumen yaşamaya varmıyor.
Her şey anlamını yitirmiş gibi geliyor bazen. Hep böyle olmazdı.
Aslında yazdan toparlayayım dediğim dosyaları nihayet KDY sistemine yükledim. Bugünlerde cevap bekliyorum. Sonra mizanpaj, kapak uğraşmak gerekecek yine. Ama ondan olduğunu sanmıyorum bu hüznün.
Belki okullar açılıyor diye. Beş yıl oldu sanırım -yoksa altı mı- okullar açılırken hayatımın boşluğa açılan karanlık bir kapı olduğunu daha yoğun hissediyorum. Belki ondandır. Emin değilim.
14 Eylül, Salı
Bir hüzün, işte öyle, acıtan... Güz, Neval yurt odasında karantinada, Hilal hafta sonu ameliyata gidecek İstanbul’a vs., vs.
Birkaç yapmam gereken iş var. Bir dostun masalı için çizere resim tarifi yapmak mesela, sonra birileri için örnek tyt denemesi hazırlamalıyım, bir aydır elimde olan kitapları okuyup kütüphaneye iade etmeliyim.
Ama bu hüzün. Ruhum bedenimde, bedenim evimde rahat değil. Her şey sıkıyor, daralıyorum, boğuluyorum…
Günlük yazmaya bile elim varmıyor. Eskiden en azından rüyaları filan yazardım. Yazacak rüyalarım vardı, unuttum. Dün ilk kez darı ekmeği pişirdim, aslında önemli bir olay hayatımda, yazmalıydım, üşendim.
19 Eylül, Pazar
Hüzünlü bir pazar. Hilal ve Zeynep İstanbul’a gitti Hilal’in ameliyatı için. Neval Ankara’da temaslı karantinasında. Evde Vehbi’yle kaldık. Boş gibi koca ev. Ses ün yok. Sabahtan Hilal’in bir işini yaptım önce, sınıf listesi vs. sonra Neval’in kitaplarını aldım internetten, olduğu kadar. Sonra beş soru yazdım. İki gün kaldı kırka tamamlamam lazım. Kitap tasarımıydı şuydu, buydu derken on günün sekizi gitmiş. Bugün en az beş altı soru daha hazırlamalıyım.
*
Soru hazırlamak için birçok kitabın ilk sayfalarına bakıyorum. Bazen başladığım yazıyı okurken soru işini unutuyorum. Ayrılamıyorum okumaktan. Mesela bu parça:
“Ahmatova’nın şiirlerinin yayımlanması yasaklanır. Yayımlanmış kitaplarından kalanlar yok edilir. Ama o, her zaman ulaşacağı bir okuyucusu olduğu inancıyla sürdürür şiirini. “Ve aynada okumak gerek beni” der bu dönemde yazdığı şiirlerinden birinde. Açıklamak gerekli mi: “Ben (zorunlu olarak) tersinden yazıyorum, aynaya tut yazdıklarımı okuyucu, orda doğrusunu okuyacaksın!” der gibidir. (Sanırım burda “gibi” fazla.)”
Yazarın yorumu olmasa o dizeyi anlayamazdım sanırım. Okur geçerdim. Ahmatova’nın bu şiir seçkisini okumalıyım. Daha önce de karşıma çıkmıştı. Bu arada alıntı kitabın girişinden, giriş yazısı Ferit Edgü’ye ait.
23 Eylül, Perşembe
Hilal, Soner’le Fatih’e gidip kulağındaki sargıyı açtırmış doktora, morali biraz daha iyiydi. soruları bitirdim, gönderdim, bakalım ne diyecekler. Bu arada epey kitabın örnek sayfalarını karıştırdım. Birini dayanamayıp alışveriş sepetime attım, birkaçını bir gün okurum diye not aldım deftere ya da aklıma.
Öğleden sonra kütüphaneye gittim. Elimde üç kitap vardı kaç zamandır, onları teslim edeyim, yeni kitap almayayım diye düşünüyordum. Evdeki kitaplar öylece kalıyor çünkü, sıra gelmiyor. İnsan önce ödünç aldığı kitabı bitirmek istiyor doğal olarak. Yine de dayanamadım, yol üstündeki bir raftan iki şiir kitabı aldım. Seferis’in tüm şiirleri ve Gijantali. Sonbaharda şiir okuyayım bari. Balkona çıktıkça, “alçak sesle ve divanece”...
Diri Taklidi’yle Güneyik Güncesi’ni postaya vermişler. Yalnız Ölüm Temizlikçisi’ne gelince daha tashih aşamasından bile geçemedi. Allah vere de indirdiğimiz programların bir aylık süresi dolmadan hallolsa. Yoksa bir ödeme daha yapmam gerekebilir. 499 TL öder miyim tekrar, ondan da emin değilim.
Bir hüzün, adamın böğrünü delecek. Nedendir bilinmez. Elim okumaya, yazmaya, duaya… umumen yaşamaya varmıyor.
Her şey anlamını yitirmiş gibi geliyor bazen. Hep böyle olmazdı.
Aslında yazdan toparlayayım dediğim dosyaları nihayet KDY sistemine yükledim. Bugünlerde cevap bekliyorum. Sonra mizanpaj, kapak uğraşmak gerekecek yine. Ama ondan olduğunu sanmıyorum bu hüznün.
Belki okullar açılıyor diye. Beş yıl oldu sanırım -yoksa altı mı- okullar açılırken hayatımın boşluğa açılan karanlık bir kapı olduğunu daha yoğun hissediyorum. Belki ondandır. Emin değilim.
14 Eylül, Salı
Bir hüzün, işte öyle, acıtan... Güz, Neval yurt odasında karantinada, Hilal hafta sonu ameliyata gidecek İstanbul’a vs., vs.
Birkaç yapmam gereken iş var. Bir dostun masalı için çizere resim tarifi yapmak mesela, sonra birileri için örnek tyt denemesi hazırlamalıyım, bir aydır elimde olan kitapları okuyup kütüphaneye iade etmeliyim.
Ama bu hüzün. Ruhum bedenimde, bedenim evimde rahat değil. Her şey sıkıyor, daralıyorum, boğuluyorum…
Günlük yazmaya bile elim varmıyor. Eskiden en azından rüyaları filan yazardım. Yazacak rüyalarım vardı, unuttum. Dün ilk kez darı ekmeği pişirdim, aslında önemli bir olay hayatımda, yazmalıydım, üşendim.
19 Eylül, Pazar
Hüzünlü bir pazar. Hilal ve Zeynep İstanbul’a gitti Hilal’in ameliyatı için. Neval Ankara’da temaslı karantinasında. Evde Vehbi’yle kaldık. Boş gibi koca ev. Ses ün yok. Sabahtan Hilal’in bir işini yaptım önce, sınıf listesi vs. sonra Neval’in kitaplarını aldım internetten, olduğu kadar. Sonra beş soru yazdım. İki gün kaldı kırka tamamlamam lazım. Kitap tasarımıydı şuydu, buydu derken on günün sekizi gitmiş. Bugün en az beş altı soru daha hazırlamalıyım.
Sonra balkonu yıkadım. Falan filan… Ama acayip sıkılıyorum.
21 Eylül, Salı
(...)
Dün akşama doğru iki kitap yayımlandı. Bu sefer beklediğimden de çabuk bitti süreç, oysa kendimi hazırlamıştım birkaç kez düzeltme gelecek, ben video filan seyredip dedikleri düzeltmeyi nasıl yapacağımı öğrenmeye çalışacağım diye. Öyle olmadı. Sevindim. Üç hafta kadar sürdü kitabın sitede satışa çıkması. Basılıp bana gelmesi de üç beş gün alır ama olsun. Üçüncü kitaba gelince nedense daha tashih aşamasını geçemedi. Belki eli çok kalabalık bir editöre geldi, bilemiyorum.
Bi tyt denemesi hazırlayacaktım. Bugün son gün aslında ama daha bitiremedim. Bir iki gündür epey çalışıyorum aslında.
Bir de kitap tanıtan bir instagram hesabı güzel şeyler yazmış. Sevindim. Hesabın sahibi üniversiteden sınıf arkadaşım Emine Durak. “Kitap Durağı” adlı hesabı var. Arkadaşımın jestini unutmamak için o yazıyı buraya alıntılıyorum:
“Üniversiteden arkadaşım Hüdayi. Marmara Ü. Türkoloji bölümünde okuduk birlikte. Şiir yazardı o yıllar, onca ünlü şairin şiirlerini incelerken ben yine de onun şiirlerinde bir başka güzellik, derinlik bulurdum. Çok haklı olduğuma şimdi mutluyum. Birçok kitap yazdı Hüdayi güzel de bir bloğu var zaman zaman okuyorum. Yerel hikayeleri, muazzam psikolojik tahlilleri var. Hala bir başka üslubu hala bir başka ufku var. Okul yıllarında çok konuşmazdı meğer içinde ne çok cümle biriktirmiş. Derinliği olan insanlardan biridir. Püf çiçeğine güzel hayaller sığdırıp üfler kimi zaman.. kimi zaman sağ salim ölebilmeyi diler kimi zaman Şammat’ın dilinden iç hesaplaşmalar yapar kimi zaman ben tellallığına kızar. Her bir kitabı bir gönül yarası bir sosyolojik irdeleme bir psikolojik tahlil bir felsefi boyuttur onun. Duyan, gören, duyduğu ve gördüğünü kalp sızısı akıl süzgeci ile imbikleyen güçlü bir kalem… Yeni bir kitabı daha çıkmış. İçinden bir bölümle tanıtımını yapmaktan iftihar ettiğimi belirtmek isterim. ““Hayat felsefem; …” Bu boşluğu doldurmak isteyen biri ne yapmalı? Oturup kukumav gibi düşünmeli mi? Hazır felsefe reyonlarını dolaşıp, beğendiklerini denemeli mi kabinlerde? Bakalım hangisi oturacak üstüme, hangisi yakışacak? Ismarlasak bir düşünce terzisine; usta bana bir felsefe diker misin bu hayat balosunda arzı endam etmeye yarayacak…
Belki de ekmeğin peşine düşmeliyim, felsefe karın doyurmaz.
Bir köle sahibine kapılansam, ben ona ekmek yaparken o bana hem ekmeğimi hem felsefemi verse…
Ekmeği köle yapıyorsa niçin ekmeği için köle sahibine kapılansın ki, acaba ekmeğe katılan bir maya mı felsefe. Felsefesi olmayan kendi ekmeğini yapamıyor mu?
(…)
Arada bir kukumav gibi omuzlarım üzerinde boynumu yok edip düşünüyorum o cümleyi tamamlamak için. “Hayat felsefem; …” Bir taraftan da dükkân dükkân dolaşmaya devam ediyorum. Hazır felsefeler deniyorum zihnime, hoşuma gidenleri sepete atıyorum. Farklı dükkanlardan aldığım felsefelerle kombinler yapmaya çalışıyorum. Şöyle hoşuma giden bir kombin yapsam da paçasını belini düzelttirip giysem rahatlayacağım sanki.
Aslında oturup terzilik öğrensem daha mı kolay acaba?
Yoksa… Ne bileyim, hayat felsefem arayıp durmak mı?”
Teşekkürler "Kitap Durağı”
21 Eylül, Salı
(...)
Dün akşama doğru iki kitap yayımlandı. Bu sefer beklediğimden de çabuk bitti süreç, oysa kendimi hazırlamıştım birkaç kez düzeltme gelecek, ben video filan seyredip dedikleri düzeltmeyi nasıl yapacağımı öğrenmeye çalışacağım diye. Öyle olmadı. Sevindim. Üç hafta kadar sürdü kitabın sitede satışa çıkması. Basılıp bana gelmesi de üç beş gün alır ama olsun. Üçüncü kitaba gelince nedense daha tashih aşamasını geçemedi. Belki eli çok kalabalık bir editöre geldi, bilemiyorum.
Bi tyt denemesi hazırlayacaktım. Bugün son gün aslında ama daha bitiremedim. Bir iki gündür epey çalışıyorum aslında.
Bir de kitap tanıtan bir instagram hesabı güzel şeyler yazmış. Sevindim. Hesabın sahibi üniversiteden sınıf arkadaşım Emine Durak. “Kitap Durağı” adlı hesabı var. Arkadaşımın jestini unutmamak için o yazıyı buraya alıntılıyorum:
“Üniversiteden arkadaşım Hüdayi. Marmara Ü. Türkoloji bölümünde okuduk birlikte. Şiir yazardı o yıllar, onca ünlü şairin şiirlerini incelerken ben yine de onun şiirlerinde bir başka güzellik, derinlik bulurdum. Çok haklı olduğuma şimdi mutluyum. Birçok kitap yazdı Hüdayi güzel de bir bloğu var zaman zaman okuyorum. Yerel hikayeleri, muazzam psikolojik tahlilleri var. Hala bir başka üslubu hala bir başka ufku var. Okul yıllarında çok konuşmazdı meğer içinde ne çok cümle biriktirmiş. Derinliği olan insanlardan biridir. Püf çiçeğine güzel hayaller sığdırıp üfler kimi zaman.. kimi zaman sağ salim ölebilmeyi diler kimi zaman Şammat’ın dilinden iç hesaplaşmalar yapar kimi zaman ben tellallığına kızar. Her bir kitabı bir gönül yarası bir sosyolojik irdeleme bir psikolojik tahlil bir felsefi boyuttur onun. Duyan, gören, duyduğu ve gördüğünü kalp sızısı akıl süzgeci ile imbikleyen güçlü bir kalem… Yeni bir kitabı daha çıkmış. İçinden bir bölümle tanıtımını yapmaktan iftihar ettiğimi belirtmek isterim. ““Hayat felsefem; …” Bu boşluğu doldurmak isteyen biri ne yapmalı? Oturup kukumav gibi düşünmeli mi? Hazır felsefe reyonlarını dolaşıp, beğendiklerini denemeli mi kabinlerde? Bakalım hangisi oturacak üstüme, hangisi yakışacak? Ismarlasak bir düşünce terzisine; usta bana bir felsefe diker misin bu hayat balosunda arzı endam etmeye yarayacak…
Belki de ekmeğin peşine düşmeliyim, felsefe karın doyurmaz.
Bir köle sahibine kapılansam, ben ona ekmek yaparken o bana hem ekmeğimi hem felsefemi verse…
Ekmeği köle yapıyorsa niçin ekmeği için köle sahibine kapılansın ki, acaba ekmeğe katılan bir maya mı felsefe. Felsefesi olmayan kendi ekmeğini yapamıyor mu?
(…)
Arada bir kukumav gibi omuzlarım üzerinde boynumu yok edip düşünüyorum o cümleyi tamamlamak için. “Hayat felsefem; …” Bir taraftan da dükkân dükkân dolaşmaya devam ediyorum. Hazır felsefeler deniyorum zihnime, hoşuma gidenleri sepete atıyorum. Farklı dükkanlardan aldığım felsefelerle kombinler yapmaya çalışıyorum. Şöyle hoşuma giden bir kombin yapsam da paçasını belini düzelttirip giysem rahatlayacağım sanki.
Aslında oturup terzilik öğrensem daha mı kolay acaba?
Yoksa… Ne bileyim, hayat felsefem arayıp durmak mı?”
Teşekkürler "Kitap Durağı”
*
Soru hazırlamak için birçok kitabın ilk sayfalarına bakıyorum. Bazen başladığım yazıyı okurken soru işini unutuyorum. Ayrılamıyorum okumaktan. Mesela bu parça:
“Ahmatova’nın şiirlerinin yayımlanması yasaklanır. Yayımlanmış kitaplarından kalanlar yok edilir. Ama o, her zaman ulaşacağı bir okuyucusu olduğu inancıyla sürdürür şiirini. “Ve aynada okumak gerek beni” der bu dönemde yazdığı şiirlerinden birinde. Açıklamak gerekli mi: “Ben (zorunlu olarak) tersinden yazıyorum, aynaya tut yazdıklarımı okuyucu, orda doğrusunu okuyacaksın!” der gibidir. (Sanırım burda “gibi” fazla.)”
Yazarın yorumu olmasa o dizeyi anlayamazdım sanırım. Okur geçerdim. Ahmatova’nın bu şiir seçkisini okumalıyım. Daha önce de karşıma çıkmıştı. Bu arada alıntı kitabın girişinden, giriş yazısı Ferit Edgü’ye ait.
23 Eylül, Perşembe
Hilal, Soner’le Fatih’e gidip kulağındaki sargıyı açtırmış doktora, morali biraz daha iyiydi. soruları bitirdim, gönderdim, bakalım ne diyecekler. Bu arada epey kitabın örnek sayfalarını karıştırdım. Birini dayanamayıp alışveriş sepetime attım, birkaçını bir gün okurum diye not aldım deftere ya da aklıma.
Öğleden sonra kütüphaneye gittim. Elimde üç kitap vardı kaç zamandır, onları teslim edeyim, yeni kitap almayayım diye düşünüyordum. Evdeki kitaplar öylece kalıyor çünkü, sıra gelmiyor. İnsan önce ödünç aldığı kitabı bitirmek istiyor doğal olarak. Yine de dayanamadım, yol üstündeki bir raftan iki şiir kitabı aldım. Seferis’in tüm şiirleri ve Gijantali. Sonbaharda şiir okuyayım bari. Balkona çıktıkça, “alçak sesle ve divanece”...
Diri Taklidi’yle Güneyik Güncesi’ni postaya vermişler. Yalnız Ölüm Temizlikçisi’ne gelince daha tashih aşamasından bile geçemedi. Allah vere de indirdiğimiz programların bir aylık süresi dolmadan hallolsa. Yoksa bir ödeme daha yapmam gerekebilir. 499 TL öder miyim tekrar, ondan da emin değilim.
Bu arada kitapların kapağını Bike tasarladı. Daha şimdiden bu işte iyi. Estetik bakabiliyor çünkü işe. Okuyan, yazan, sanatçı yönü olan bir genç Bike. Özellikle Diri Taklidi'nin kapağı hakkında olumlu tepkiler almaya başladım.
Yorumlar
Yorum Gönder