EKMEK VE KONFEKSİYON FELSEFE
Geçen yıl fotokopicide bir kitap bastırdım. Bir Arapça kitabıydı, belki çalışırım diye bastırmıştım, öyle duruyor rafta, daha açmadım bile. Çıktıyı alan genç “Hocam zımba mı basayım, spiral mi yapayım?” dedi. Duruşundan, içten içe “Zımba de, zımba de” dediğini hissettim. “Zımba olsun madem bu sefer,” dedim. Elindeki bir tutam kâğıdı kocaman zımbaya yerleştirdi. Kâğıt tutamının altında renkli bir plastik, üstünde saydam plastik vardı. “Garç” diye bastı. Üç veya dört kez. Kitabım hazırdı.
Kitabı elime alınca o kadar da mutlu olmadım, yaptığım tercih yanlıştı sanırım. Kağıtları birazcık yamuk tutmuş olmalı ki, pot yapmıştı üstteki saydam plastik. Acayip rahatsız edici bir durum. Eve gelince baktım, daha rahatsız edici buldum. Hem bu şekilde açıp kapamak da zor, gıcır gıcır plastik sesi. Tuttum kopardım plastik kapağı. Saydam, hoş bir malzeme. Buna asetat derdik eskiden, tepegözle sunum yapmak için kullanılırdı. Atmaya kıyamadım. Begüm’ün masasındaki kalem saksısından bir makas alıp iki parmak eninde ayraçlar kestim. Üzerine güzel sözler yazmalıydık bu saydam ayraçların. Aynı saksıda bir cd kalemi buldum.
“Bakın ayraç yaptım, birini kendime alacağım, ne yazayım üstüne?”
“Hayat felsefeni yaz,” dedi Bike.
Yazmaya başladım; “Hayat felsefem…”
Neydi benim hayat felsefem. Öyle bir cümleye sığıştırabileceğim bir hayat felsefem var mıydı? Sanırım yoktu.
İçimden bir ses “… felsefe hayatım” diye tamamla diyordu cümleyi. Bir simetri; hoş, havalı, aynalı bir cümle olabilirdi. Ayraçlara böyle şeyler yazılabilir. Ama doğru değildi ki bu. Elim yazmaya başladı. Sonra şöyle tamamlandı cümle.
“Hayat felsefem; felsefe hayatım değil.”
Bir an kendimi kafiye arayayım derken “Geldi kafiye / gitti Safiye” diyerek karısını boşayan yeteneksiz şair özentisi gibi hissetmedim değil.
Evet, kafiye gelmişti ve neredeyse Safiye gidecekti. Son anda kurtardım.
Belki “Hayat felsefem; felsefe hayatım.” diyebilecek insanlar da vardır. Edebiyat hayatım, şiir hayatım, şu bu hayatım diyebilecek insanlar…
Bütün bunlar benim hayatımda bir renk, bir çizgi olabilir ama hayat daha fazlası bunlardan. Peki hayatı bütün bunlardan fazlası eden ne? Bir hayat felsefem var mı benim?
*
Geçen yıl mıydı, geçen mevsimlerden birinde mi Melih Cevdet’in bütün şiirlerini okumuştum; “Sözcükler”. Orada okuyup ilginç bulduğum bir şiiri internette bulup tekrar okudum.
Defne Ormanı
Köle sahipleri ekmek kaygusu çekmedikleri
için felsefe yapıyorlardı, çünkü
Ekmeklerini köleler veriyordu onlara;
Köleler ekmek kaygusu çekmedikleri için
Felsefe yapmıyorlardı, çünkü ekmeklerini
Köle sahipleri veriyordu onlara.
Ve yıkıldı gitti Likya.
Köleler felsefe kaygusu çekmedikleri
İçin ekmek yapıyorlardı, çünkü
Felsefelerini köle sahipleri veriyordu onlara;
Felsefe sahipleri köle kaygusu çekmedikleri
İçin ekmek yapmıyorlardı, çünkü kölelerini
Felsefe veriyordu onlara.
Ve yıkıldı gitti Likya.
Felsefenin ekmeği yoktu, ekmeğin
Felsefesi. Ve sahipsiz felsefenin
Ekmeğini, sahipsiz ekmeğin felsefesi yedi.
Ekmeğin sahipsiz felsefesini
Felsefenin sahipsiz ekmeği.
Ve yıkıldı gitti Likya.
Hala yeşil bir defne ormanı altında.
Kitaptaki adı başka bir şeydi sanırım ama önemli değil. “Defne Ormanı” önceki baskılarda kullanılan bir adı olmalı şiirin.
Birçok önerme var şiirde. Bu öncüllerden her zaman bu sonuçlar çıkar mı ya da felsefe yapanlar ve yapmayanlar her zaman köle sahipleri ve köleler olarak nitelenebilir mi, orası başka mesele. Felsefe yapan köleler de var tarihte ama kaç tane? Bir Epiktetos geliyor aklıma, hemşerim sayılır. Köle sahibi filozofları saymam istense diğer antik filozofların hepsi derim belki. Gerçi hem köle olmayan hem kölesi olmayan fukara filozoflar da az değildir. Yine de üzerinde düşünmeye değer bu şiirin. Öyle okuyup geçmek olmaz.
*
Defne Ormanı’nda karşı karşıya konan iki sözcük “ekmek” ve “felsefe”. Bu iki sözcüğün eyleme dökülmüş hali “ekmek yapmak” ve “felsefe yapmak”. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisini gösteren piramitte felsefe nerede durur acaba? Hiç düşünmeden en üstte diyebiliriz buna. Felsefe yapmak olsa olsa “kendini gerçekleştirme” etkinliğidir. Ama bu etkinliğin değişik düzeylerde; değerli olduğunu hissetme, aidiyet ve sevgi, güvenlik ihtiyacıyla hatta fiziksel ihtiyaçlarla da ilişkisi yok mudur? Bir köle bile köleliğini anlamlandırırken ve bunu kanıksayıp hayattan zevk almaya, hiç değilse gününü geçirmeye çalışırken, bütün bunları kendince bir felsefi temele dayandırmak durumunda değil midir? Belki öyledir ama o temel kendisinin kurguladığı bir temel değil “felsefe yapan köle sahiplerinin” sunduğu, verilmiş (belki dayatılmış) bir temellendirmedir, diyebiliriz burada. “… çünkü
felsefelerini köle sahipleri veriyordu onlara.”
Buradan yola çıkarak şunu mu söylememiz gerekiyor o zaman? Evet, herkesin felsefesi vardır; ama herkes felsefesini kendi yapmaz. Piramidin tepesindeki bir avuç insan kendi felsefesi için kafa yorarken tabanda ve orta katmanlarda birçokları konfeksiyon felsefelerle idare ederler.
*
“Hayat felsefem; …” Bu boşluğu doldurmak isteyen biri ne yapmalı? Oturup kukumav gibi düşünmeli mi? Hazır felsefe reyonlarını dolaşıp, beğendiklerini denemeli mi kabinlerde? Bakalım hangisi oturacak üstüme, hangisi yakışacak? Ismarlasak bir düşünce terzisine; usta bana bir felsefe diker misin bu hayat balosunda arzı endam etmeye yarayacak…
Belki de ekmeğin peşine düşmeliyim, felsefe karın doyurmaz.
Bir köle sahibine kapılansam, ben ona ekmek yaparken o bana hem ekmeğimi hem felsefemi verse…
Ekmeği köle yapıyorsa niçin ekmeği için köle sahibine kapılansın ki, acaba ekmeğe katılan bir maya mı felsefe. Felsefesi olmayan kendi ekmeğini yapamıyor mu?
*
Eskiden felsefeciler fizikle uğraştıkları kadar metafizikle de uğraşırlarmış, ilk felsefeyle. “Nasıl”la beraber “niçin”i de sorarlarmış. Sonra bir ara nasılı sormayı bilim insanlarına bırakmışlar, sadece niçini sorar olmuşlar hatta. Kaleme aldıkları metinler yarı bilimsel, yarı şiirsel, dini metinler gibi görünüyormuş. Bunu bırakmak gerektiğini düşünmüş sonradan gelenler. Filozoflar “kavramlarla beste yapmaya, resim çizmeye ya da dua etmeye girişmemeli,” demişler.
Mesela Wittgenstein, Traktatus’unda sonsöz olarak şunu söylemiş:
“Konuşamayacağı, dile getiremeyeceği şey üzerinde insan susmalıdır.”
Bana eski filozofların tarzı (o kadar da eski değiller aslında, görece bir eskilik bu) daha hoş geliyor. Hoş ama insanı belli bir yere sağ salim götürür mü meçhul.
*
Arada bir kukumav gibi omuzlarım üzerinde boynumu yok edip düşünüyorum o cümleyi tamamlamak için. “Hayat felsefem; …” Bir taraftan da dükkân dükkân dolaşmaya devam ediyorum. Hazır felsefeler deniyorum zihnime, hoşuma gidenleri sepete atıyorum. Farklı dükkanlardan aldığım felsefelerle kombinler yapmaya çalışıyorum. Şöyle hoşuma giden bir kombin yapsam da paçasını belini düzelttirip giysem rahatlayacağım sanki.
Aslında oturup terzilik öğrensem daha mı kolay acaba?
Yoksa… Ne bileyim, hayat felsefem, arayıp durmak mı?
Kitabı elime alınca o kadar da mutlu olmadım, yaptığım tercih yanlıştı sanırım. Kağıtları birazcık yamuk tutmuş olmalı ki, pot yapmıştı üstteki saydam plastik. Acayip rahatsız edici bir durum. Eve gelince baktım, daha rahatsız edici buldum. Hem bu şekilde açıp kapamak da zor, gıcır gıcır plastik sesi. Tuttum kopardım plastik kapağı. Saydam, hoş bir malzeme. Buna asetat derdik eskiden, tepegözle sunum yapmak için kullanılırdı. Atmaya kıyamadım. Begüm’ün masasındaki kalem saksısından bir makas alıp iki parmak eninde ayraçlar kestim. Üzerine güzel sözler yazmalıydık bu saydam ayraçların. Aynı saksıda bir cd kalemi buldum.
“Bakın ayraç yaptım, birini kendime alacağım, ne yazayım üstüne?”
“Hayat felsefeni yaz,” dedi Bike.
Yazmaya başladım; “Hayat felsefem…”
Neydi benim hayat felsefem. Öyle bir cümleye sığıştırabileceğim bir hayat felsefem var mıydı? Sanırım yoktu.
İçimden bir ses “… felsefe hayatım” diye tamamla diyordu cümleyi. Bir simetri; hoş, havalı, aynalı bir cümle olabilirdi. Ayraçlara böyle şeyler yazılabilir. Ama doğru değildi ki bu. Elim yazmaya başladı. Sonra şöyle tamamlandı cümle.
“Hayat felsefem; felsefe hayatım değil.”
Bir an kendimi kafiye arayayım derken “Geldi kafiye / gitti Safiye” diyerek karısını boşayan yeteneksiz şair özentisi gibi hissetmedim değil.
Evet, kafiye gelmişti ve neredeyse Safiye gidecekti. Son anda kurtardım.
Belki “Hayat felsefem; felsefe hayatım.” diyebilecek insanlar da vardır. Edebiyat hayatım, şiir hayatım, şu bu hayatım diyebilecek insanlar…
Bütün bunlar benim hayatımda bir renk, bir çizgi olabilir ama hayat daha fazlası bunlardan. Peki hayatı bütün bunlardan fazlası eden ne? Bir hayat felsefem var mı benim?
*
Geçen yıl mıydı, geçen mevsimlerden birinde mi Melih Cevdet’in bütün şiirlerini okumuştum; “Sözcükler”. Orada okuyup ilginç bulduğum bir şiiri internette bulup tekrar okudum.
Defne Ormanı
Köle sahipleri ekmek kaygusu çekmedikleri
için felsefe yapıyorlardı, çünkü
Ekmeklerini köleler veriyordu onlara;
Köleler ekmek kaygusu çekmedikleri için
Felsefe yapmıyorlardı, çünkü ekmeklerini
Köle sahipleri veriyordu onlara.
Ve yıkıldı gitti Likya.
Köleler felsefe kaygusu çekmedikleri
İçin ekmek yapıyorlardı, çünkü
Felsefelerini köle sahipleri veriyordu onlara;
Felsefe sahipleri köle kaygusu çekmedikleri
İçin ekmek yapmıyorlardı, çünkü kölelerini
Felsefe veriyordu onlara.
Ve yıkıldı gitti Likya.
Felsefenin ekmeği yoktu, ekmeğin
Felsefesi. Ve sahipsiz felsefenin
Ekmeğini, sahipsiz ekmeğin felsefesi yedi.
Ekmeğin sahipsiz felsefesini
Felsefenin sahipsiz ekmeği.
Ve yıkıldı gitti Likya.
Hala yeşil bir defne ormanı altında.
Kitaptaki adı başka bir şeydi sanırım ama önemli değil. “Defne Ormanı” önceki baskılarda kullanılan bir adı olmalı şiirin.
Birçok önerme var şiirde. Bu öncüllerden her zaman bu sonuçlar çıkar mı ya da felsefe yapanlar ve yapmayanlar her zaman köle sahipleri ve köleler olarak nitelenebilir mi, orası başka mesele. Felsefe yapan köleler de var tarihte ama kaç tane? Bir Epiktetos geliyor aklıma, hemşerim sayılır. Köle sahibi filozofları saymam istense diğer antik filozofların hepsi derim belki. Gerçi hem köle olmayan hem kölesi olmayan fukara filozoflar da az değildir. Yine de üzerinde düşünmeye değer bu şiirin. Öyle okuyup geçmek olmaz.
*
Defne Ormanı’nda karşı karşıya konan iki sözcük “ekmek” ve “felsefe”. Bu iki sözcüğün eyleme dökülmüş hali “ekmek yapmak” ve “felsefe yapmak”. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisini gösteren piramitte felsefe nerede durur acaba? Hiç düşünmeden en üstte diyebiliriz buna. Felsefe yapmak olsa olsa “kendini gerçekleştirme” etkinliğidir. Ama bu etkinliğin değişik düzeylerde; değerli olduğunu hissetme, aidiyet ve sevgi, güvenlik ihtiyacıyla hatta fiziksel ihtiyaçlarla da ilişkisi yok mudur? Bir köle bile köleliğini anlamlandırırken ve bunu kanıksayıp hayattan zevk almaya, hiç değilse gününü geçirmeye çalışırken, bütün bunları kendince bir felsefi temele dayandırmak durumunda değil midir? Belki öyledir ama o temel kendisinin kurguladığı bir temel değil “felsefe yapan köle sahiplerinin” sunduğu, verilmiş (belki dayatılmış) bir temellendirmedir, diyebiliriz burada. “… çünkü
felsefelerini köle sahipleri veriyordu onlara.”
Buradan yola çıkarak şunu mu söylememiz gerekiyor o zaman? Evet, herkesin felsefesi vardır; ama herkes felsefesini kendi yapmaz. Piramidin tepesindeki bir avuç insan kendi felsefesi için kafa yorarken tabanda ve orta katmanlarda birçokları konfeksiyon felsefelerle idare ederler.
*
“Hayat felsefem; …” Bu boşluğu doldurmak isteyen biri ne yapmalı? Oturup kukumav gibi düşünmeli mi? Hazır felsefe reyonlarını dolaşıp, beğendiklerini denemeli mi kabinlerde? Bakalım hangisi oturacak üstüme, hangisi yakışacak? Ismarlasak bir düşünce terzisine; usta bana bir felsefe diker misin bu hayat balosunda arzı endam etmeye yarayacak…
Belki de ekmeğin peşine düşmeliyim, felsefe karın doyurmaz.
Bir köle sahibine kapılansam, ben ona ekmek yaparken o bana hem ekmeğimi hem felsefemi verse…
Ekmeği köle yapıyorsa niçin ekmeği için köle sahibine kapılansın ki, acaba ekmeğe katılan bir maya mı felsefe. Felsefesi olmayan kendi ekmeğini yapamıyor mu?
*
Eskiden felsefeciler fizikle uğraştıkları kadar metafizikle de uğraşırlarmış, ilk felsefeyle. “Nasıl”la beraber “niçin”i de sorarlarmış. Sonra bir ara nasılı sormayı bilim insanlarına bırakmışlar, sadece niçini sorar olmuşlar hatta. Kaleme aldıkları metinler yarı bilimsel, yarı şiirsel, dini metinler gibi görünüyormuş. Bunu bırakmak gerektiğini düşünmüş sonradan gelenler. Filozoflar “kavramlarla beste yapmaya, resim çizmeye ya da dua etmeye girişmemeli,” demişler.
Mesela Wittgenstein, Traktatus’unda sonsöz olarak şunu söylemiş:
“Konuşamayacağı, dile getiremeyeceği şey üzerinde insan susmalıdır.”
Bana eski filozofların tarzı (o kadar da eski değiller aslında, görece bir eskilik bu) daha hoş geliyor. Hoş ama insanı belli bir yere sağ salim götürür mü meçhul.
*
Arada bir kukumav gibi omuzlarım üzerinde boynumu yok edip düşünüyorum o cümleyi tamamlamak için. “Hayat felsefem; …” Bir taraftan da dükkân dükkân dolaşmaya devam ediyorum. Hazır felsefeler deniyorum zihnime, hoşuma gidenleri sepete atıyorum. Farklı dükkanlardan aldığım felsefelerle kombinler yapmaya çalışıyorum. Şöyle hoşuma giden bir kombin yapsam da paçasını belini düzelttirip giysem rahatlayacağım sanki.
Aslında oturup terzilik öğrensem daha mı kolay acaba?
Yoksa… Ne bileyim, hayat felsefem, arayıp durmak mı?
Güzel bir yazı olmuş. Okurken keyif aldım. Teşekkürler, Hüdayi.
YanıtlaSilTeşekkürler.
SilM. Cevdet dışındakiler güzeldi.
YanıtlaSilTeşekkürler.
YanıtlaSil