Ah Ben (19 Ocak)

16 Ocak, Cumartesi


Hava soğuk, içimde bir üşüme, hüzün. Bir yanım yorganın altına sığın, uyu, diyor. Belki içimi ferahlatacak bir şey de görürüm düşümde. Dünya çokça hüzün veriyor. Az önce “Çinko Çocuklar” kitabını kapattım. Kitabın sonunda zamanında kitap yüzünden açılmış davalarla ilgili bölüm var. Duruşmalardan notlar, gazete haberleri, mektuplar. Kitabı okurken belli bir yer ve zamanla yalıtarak okuyamadım, bu mümkün de değildir belki. Okuyorum ve olguları kendime yakın zamanlara, yerlere, küçük ölçekte benzer harekatlara uyarlıyorum. Benzer acılar, benzer yanılsamalar, gerçeğin benzer şekilde farklı gösterilmesi. Otuz yıl önce yazabilmiş bunları Svetlana Aleksiyeviç. Sonra mahkemelerle uğraşmış, sürgünde yaşamış bir dönem. Saygı duyuyorum.

Yazarın diğer kitaplarını da okumalıyım yavaş yavaş. Bu “İkinci El Zaman”dan sonra ikinci kitabıydı okuduğum. Ama mutlaka araya zaman koyarak. Üst üste okursam hasta eder. Ben ki Necatigil şiirlerini bile bir solukta okuyamamış, üç beş aya yaymış bir adamım.


19 Ocak, Salı


Bazı şeylerin böyle üst üste gelmesi neyin işareti acaba? Daha geçenlerde okuduğum kitabın etkisinden kurtulamadan yine Afgan esintileri…

Salona yeni perde aldı Hilal, eskileri köye götürecek. Geçen hafta perdeci gelmişti. Çok kibar bir esnaf, ölçü alıp gitti. Dün perdeleri takmak için yanında bir yardımcıyla geldi. Genci bırakıp ayrıldı sonra. Genç yardımcı ya çocuğu ya yeğeni diye düşündüm. O da ustası gibi kibar, tatlı dilli. Havadan sudan konuşuyoruz. “Nerelisiniz?” diye sordu laf arasında, “Başka şehirden,” dedi Hilal. “Neyse, yine de Türk’sünüz, ne önemi var,” gibi bir cevap verdi. Önce burada bazı pazarcı teyzelerin “Nerelisin?” deyip, başka bir şehirden olduğunu öğrenince “Olsun varsın,” demeleri gibi tuhaf bir cevap olduğunu sandım bunun, yadırgadım. Öyle değilmiş. Afganistanlıymış arkadaş. Sıfır aksan, kibar, yakışıklı. “Hangi millettensin?” diye sordum bu sefer, Özbek veya Türkmen olduğu için mi Türkçeyi çabuk kavradı diye düşünmüştüm, Kabilli Afgan’mış. İki kardeşi ve annesiyle buradalar iki yıldır. Afganistan'da ve Almanya’da da kardeşleri varmış. Dağılmış bir aile, kırk yıldır savaştan başını kaldıramayan bir ülke…

Ülkesinde kadınlara değer verilmemesinden yakınıyor, Almanya’ya gidip okumak istiyor oradaki kardeşleri gibi. Bugün bir düzeltme işi için tekrar geldi az önce. O gidince geçen haftalarda gelen dergilerden, kaldığım yerden bir yazı okuyayım dedim. Yine Afganistan çıktı karşıma. Kabil’de yazılmış bir öykü.

Öykünün yazarı Pervin Pejvak, çeviren Halide Nadiri. İkisinden de bir şey okuduğumu hatırlamıyorum daha önce. Belki ikisi de Afgan, belki çeviren İranlıdır, bilmiyorum. Öykü kahramanı bir hastanede staj yaparken duvarlara resim çizen kadın doktor adayı. “Çinko Çocuklar”da çizilen resmin başka açıdan görüntüsü gibi anlatılanlar. Aynı acılar.

Önüme çıkan metinlerin, karşılaştığım insanların aynı coğrafyayı göstermesine ne demeli ya? Gerçi Pejvak’ın öyküsüne konu olan arka plandaki savaşın Rus-Afgan savaşı olacağına ihtimal vermiyorum. Daha sonrası olmalı. İç savaş veya başka ülkelerden gelen yabancılarla çatışmalar… Ama sonuçta bir bakıma hepsi birbirinin devamı… Aynı kısır döngü. “Âh mine’l-harb!” yazdım öykünün sonuna. Bir de kendimi tutamayıp bazı çeviri hatalarını tashih ettim.



Yorumlar

Popüler Yayınlar