Selam Sırfâş (Halamın Ardından)


28 Ekim, Çarşamba


Bazen insan yazmayı da yazacaklarını da anlamsız bulur. İki gün önce de öyle oldu. 
Bir grup belediye işçisi ellerinde çim biçme makineleriyle gelip evin önündeki yeşil alanın çimini biçtiler ve biraz dinlenip geldikleri gibi toplu halde gittiler. Sabah da parkın çimini biçmişler, Arife söyledi. Yürüyüşe gittiğimde gördüm, evet parkın çimi biçilmişti. Elbette, her çıkışta özellikle durumlarını inceleyip günlüğüme notlar yazdığım karahindibalar (güneyikler) da görünmüyordu artık. Dönünce günlüğüme şöyle bir cümle yazmayı düşündüm: Karahindibayı biçebilirsiniz ama yok edemezsiniz.

Gerçekten o gün hiç karahindiba çiçeği görmemiştim ama biliyordum, kökü duruyor. Dahası tohumu yayıldı her yana.

Akşam bunları yazamadan Arife acı bir haber verdi. "Meliha halam vefat mı etmiş, bir şey duydun mu?" Hayır, duymamıştım. Biraderi aradım, o da duymamıştı. Arife, Meral’i aramış bu arada, doğruymuş. Bir yerden mi düşmüş, ne olmuşsa ameliyata almışlar, çıkamamış. Sanırım seksen üç yaşındaydı. Ayaktaydı. Sohbeti, hafızası hâlâ iyiydi. Kendinden büyük iki kardeşi, kendinden küçük üç, belki de dört kardeşi zahiren ölüme daha yakın görünüyordu. Ama ölüm bu, sürprizlerle geliyordu işte. İlhan Dayıya, Mehmet Enişteye geldiği gibi.

Dün hastaneye gittim, dönüşte yolum parkı kenarından kesti. Biçilen çimler arasından hemen bir gün sonra tek tük gülümseyen güneyik çiçekleri vardı. Ben de doğrusu bu kadarını beklemiyordum. Demek makinenin bıçağına gelmeyen tomurcuklar vardı ve hemen ertesi gün açıldı.

Halam da karahindiba gibi baş eğmez bir kadındı. Hayatı, sohbeti, dünyaya bakışı ve hayat karşısında duruşu sıra dışıydı, ilgi çekiciydi. İlham verici sözleri ve tavırları vardı. Oldukça renkli ama dümdüz bir dili vardı. Eğilip bükülmeyen, belaya gülüp geçen, tabulardan uzak bir dil. Her soruna sanki insanların çoğuna göre daha yüksek bir noktadan bakan bir kadın.

Yüzü güne, ışığa dönük aynı zamanda güneyik gibi, kökü derinlerde ve sağlam.

Çocukluğumda arada uğrardı, hatırlıyorum. Keçi güderken kuş avladığını anlatıyordu, bazıları kadının avladığı kuş yenmez demiş. Yanlış hatırlıyor olabilir miyim, bilmiyorum, ağabeyime fetva soruyordu. Bunun gibi şeyler hep. Dar kalıpların insanları tarafından kadınlara yakıştırılamayan işler, onlara verdiği cevaplar. Köyünden uzak, ıssız bir derede, değirmen başında bir ev. Kocasını kaybetmiş, korkusuz bir kadın ve çocukları… Sonra acılar, acılar… Belki elli yaşından sonra okuma yazma seferberliğinde okuma öğrendi. Eline geçen birkaç dini kitapta, takvim yapraklarında teselli buldu. Öğrendiği kıssaları, duaları herkese anlatan bilge bir kişilik kazandı üstüne.

İşte şimdi de ömrü bitti. Yapacağı şeyler bitmiş miydi kendi gözünde? Sanmıyorum. Ama sözleri, anıları, gülümseyen, gülüp geçen yüzü karahindiba tohumları gibi zihnimizde… İlham veriyor hâlâ…

29 Ekim, Perşembe


Biz babamın yanındaydık, gidemezdik. Ablam, yengem, abim taziyeye gitmiş. "Halam hiçbir yerden düşmemiş. Durduğu yerde kemiği kırılmış, kemik erimesinden," dedi ablam. Yeğenler, yengem, ablam, Fatma… Arifelerde çay içtik, yemek yedik. Halamı yad ettik, Allah rahmet etsin.

Yorumlar

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. Yine güzel bir anlatım, tebrikler. Bence, özetlediğin Ablamın hayatında bir 'hayat felsefesi' vardı.
    Burada bir anekdot yazmak geldi içimden. Sen lisedeyken Avcılar'da hafta sonlarından birinde bir değirmen taşı tahıl beslenmesi konusu geçmişti. Titreşim mekanizmasını anlatıp "Halanın değirmeninde görmedin mi?" dedim. "Halamın değirmenini görmedim" deyince, "bayramlarda falan hiç ziyaret etmedin mi?" diye sordum. "Bayramlarda halamlar Babamı ziyarete gelir, ben de bizim evde bayramlarını kutlarım, biter" demiştin.
    Demek ki sonraki yıllarda ziyaret etmişsin :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar