Selam Sırfâş, sahi nedir memleket?
5 Mayıs, Salı
Aslında beş mayıs ama ben dört mayıs daha bitmemiş gibi konuşacağım. Daha yatmadım çünkü. Genelde sahuru yapıp sabah namazını kıldıktan sonra yatıyorum bu ramazan. Bugün (Dün mü demeliyim, içimden gelmiyor.) neler yaptım, onu anlatacağım. Geç kuşluk kalktım. Önce dün aldığım randevuyu hatırlattım özel berberime. Yapması gereken işleri öne sürerek biraz erteledi. Sonra ortamı hazırladım, halı toplamak, tıraş malzemelerini hole getirmek vb. Sonunda geldi ama iyi iş çıkardı, ellerine sağlık.
Bir ara yağmur yağıyordu, balkon seyranlığı için çıktığımda yağmurun bu sefer tersten balkona doğru yağdığını fark ettim. Benim masanın üstüne kaldırdığım kilim düşmüş, ıslanmış. Tekrar kaldırdım, masaya serdim kurusun diye. Biraz meal okudum. Çok yavaş gidiyordu, zorlanmamın nedenini anladım. Okuduğum mealin dili akıcı değildi. Ben de meali değiştirdim, bu sefer iyi gitti, bir cüz okuyabildim. Her seferinde başka meal okuyayım inadını bırakmış oldum böylece. Sonra kuzenle yazıştık kitapları çıkmak üzere, biraderin de öyle. Merakla bekliyorum artık, ikisinin kitapları aynı zamanda çıkacak sanırım, beraber ısmarlarım, kargo parasından tasarruf ederim diye düşünüyorum. Bir arkadaşın da çıkacaktı aynı yayınevinden, o da yetişse onu da aynı siparişe eklerdim ama bilmiyorum artık. Aslında KDY hakkında birçok arkadaş bilgi aldı arayarak, mesajla. Bir çeşit gönüllü tanıtım elemanı gibi çalışıyorum. Belki on kişiyle konuşmuşumdur sistem nasıl çalışıyor, para istiyorlar mı, metne müdahale ediyorlar mı, diye. Kendi kitaplarımdan başka dört kitaba da teşvikçi olduğumu söyleyebilirim. Elbette benimle konuşmasalar da bu sistemden haberdar olur kitaplarını bastırırlardı belki ama ben yine de kendime pay çıkarıp sevineceğim. Bir renk gelsin sıradan günlerime.
İkindi sonrası bir parlak gökyüzü bulutlar altından, sonra bir ara güzel bir gökkuşağı karşıdaki yeşil yamacın üstünde. Çıktım kalan yağmur sularıyla balkonu yıkadım. Tozlar ve bir süredir rüzgârın getirdiği akasya yaprakları da aktı gitti yağmur sularıyla. Evet, artık eminim o yaprakların akasya çiçeği olduğuna. Dün yumurta almaya çıktığımda yoldaki akasyaları inceledim. Dallarında daha dökülmemiş yapraklar kalmış az da olsa, ağaçların altında ise bir örtü oluşmuş neredeyse. İşte bu. Aslında bunu yazmak için açmıştım günlüğü. O rüzgâr önünde şıkırtılı bir ses çıkaran çiçek yaprakları tahmin ettiğim gibi akasyadan savrulmuş diyecektim bir, ikincisi yağmur suyuyla balkon yıkadım bugün diyecektim. Bu önemli bir şey bence yazmaya değer. Diğer meseleler sonradan araya girdi.
Ha bir de böyle gece yarısı bilgisayarı açıp soru yazmaya başlayacakken nedense içimden Google Earth’tan köye bakmak geldi. Bizim evin olduğu yere baktım biraz. Ekran görüntüsü aldım. Sonra içimden geldi bu bloğa arka plan yaptım aldığım görüntüyü. Nasıl duruyor diye bakınca şunu fark ettim. Sekmeler bazı yerlere denk gelmiş ve bunun bir anlamı olabilir. Günlük, baba ocağının avlusunda mesela. Bütün bir çocukluk o avluda geçti. Bir kitapta anlatmıştım cirim kavramı üzerinden, belki o parçayı bulup bloğa koyarım bir ara. L harfinin uzun kenarının ucu, “Armutlu Masal”da anlatılan armudun olduğu yer. Şiir, “cirim”i sınırlayan yol. Aynı zamanda yokuş aşağı giden bir 50 NC ve giden yolcuların ardından bakakalma... Bazen de o yolcu arabasının içinde hüzünle akan çamlara bakma. Öykü, okul bahçesi. Beş yıl o bahçede oynadık. Eğlendik, üzüldük, terledik, üşüdük, 23 Nisanlarda şiirler okuduk, kale, yakar top oynadık. Deneme okulun yanındaki yol. Bir yanı Mehmet Çavuş’un bakkalı, bir yanı eski sağlık ocağı ve lojmanı. İğne olmaya, film izlemeye, belki lezzetli bir şey yemeye giderdik Hediye Ablayla İlhan Hocanın evine. Roman, mezarlığa giden yol, yokuş yukarı. Sadece mezarlığa gitmiyor elbette ama biz en çok mezarlığa giderdik o yoldan. Çok küçükken “Goca Teyze”yi ziyarete gittiğimizi hatırlıyorum anamla, sonra başka akraba ziyaretleri filan da olmuştur az da olsa ama düzenli olarak mezarlığa gideriz o yokuştan. Mezarlığa giden bir yokuş da ancak bir romana sığar bence.
Of, içim şişti ya. Yeter bu kadar.
8 Mayıs 2020, Cuma
Bugün whatsapp’ta şöyle bir muhabbet döndü, kaybolup gitmesin diye bir kısmını kaydetmenin iyi olacağını düşündüm.
Arife bir metin yazmış, deneme dense olur sanırım, bizi üzerinde konuşmaya davet etti.
Arife:
Memleket nedir? Bir kaya dibinde açmış, küçük, mütevazı, eflatun çiçeği günlerce, haftalarca delicesine özlemektir. Çocukluğuna aittir o çiçek. Yıllardır görmemişsindir. Aklına düşüverir de hiç hesapta yokken, burnunda tüter. Bilirsin yine aynı mevsimde, aynı kayanın dibinde, kimselerden habersiz açmıştır. Sorgusuz sualsiz girebildiğin bahçedir memleket. Çekinmeden altında oturabildiğin ağaç... Meyvesine izinsiz uzanabildiğin dal... Nice güzel bahçeler görürsün ömrünce, anlı şanlı beldeler gezersin, fakat dalamazsın hiçbir bahçeye öyle teklifsizce.
20 Mayıs, Çarşamba
Dokuz yıl önce bir arkadaşla Ankara’da buluşmuştuk. Önce sanırım bir yerde atıştırmalık bir şeyler yedik, sonra birkaç kitapçıya uğradık. Benim aklımda bir Yunus Emre romanı yazmak vardı o zaman, bazı önemli kaynaklar aldım, yavaş yavaş okudum. Sonuçta o romanı yazamasam da çok şey öğrendim. Bir de felsefe okumaları iyi olan arkadaşa tavsiye ettiğin bir felsefe kitabı seç, okuyayım demiştim. O gün o arkadaşın seçtiği kitabı geçen hafta bitirdim. Çocuklara diyorum bu kitabı okumak dokuz yılımı aldı, gülüyorlar. O zaman başından biraz okuyup sonra unutmuşum, bir buçuk ay kadar önce tekrar baştan başladım. Kitabın başına tarih atmasaydım bilemezdim tabii kaç zamandır okuduğumu. Haziran 2011, Tatarlı, yazıyor. Son sayfaya 2020 tarihini yazdım.
Thedor w. Adorno, Minima Moralia. İyi kitap. Bazı bölümlerinin başına tik koydum, epey bir yerini çizdim. Önemli notlar, parçalar yazmış. Sorgulayan bir üslup, kendini, içinde bulunduğu grupları irdeliyor usanmadan. Yeni bir ülkede tutunmaya çalışan mülteciler hakkında da kafa yormuş, bu da kendi kimliğinin bir parçası. Farklı konularda değinilerden oluştuğu için kitabı özetlemek mümkün değil elbette. Zaten çok yoğun, bir parçasını özetleyeyim desen yine olmaz.
Alıntı da zor. Çünkü düşünce yoğun bir şekilde sürdüğü için aradan bir cümleyi çıkarmak zor, bazen parçanın veya paragrafın tamamını almak lazım kopukluk olmaması için. yine de bazı cümleler almak istiyorum.
“ARTIK BİR YURDU KALMAMIŞ KİŞİ İÇİN YAŞANACAK BİR YER OLUR YAZI.” cümlesinin hem altını çizmişim okurken hem ayrıca sayfa başına yazmışım büyük harflerle. Şimdi cümlede iki tane "bir" olması rahatsız etti editör yanımı, birini sileyim mi dedim ama karar veremedim hangisini sileceğime. Bu arada alıntılar felsefetalebesi.blogspot.com adresinde merak eden olursa.
Aslında beş mayıs ama ben dört mayıs daha bitmemiş gibi konuşacağım. Daha yatmadım çünkü. Genelde sahuru yapıp sabah namazını kıldıktan sonra yatıyorum bu ramazan. Bugün (Dün mü demeliyim, içimden gelmiyor.) neler yaptım, onu anlatacağım. Geç kuşluk kalktım. Önce dün aldığım randevuyu hatırlattım özel berberime. Yapması gereken işleri öne sürerek biraz erteledi. Sonra ortamı hazırladım, halı toplamak, tıraş malzemelerini hole getirmek vb. Sonunda geldi ama iyi iş çıkardı, ellerine sağlık.
Bir ara yağmur yağıyordu, balkon seyranlığı için çıktığımda yağmurun bu sefer tersten balkona doğru yağdığını fark ettim. Benim masanın üstüne kaldırdığım kilim düşmüş, ıslanmış. Tekrar kaldırdım, masaya serdim kurusun diye. Biraz meal okudum. Çok yavaş gidiyordu, zorlanmamın nedenini anladım. Okuduğum mealin dili akıcı değildi. Ben de meali değiştirdim, bu sefer iyi gitti, bir cüz okuyabildim. Her seferinde başka meal okuyayım inadını bırakmış oldum böylece. Sonra kuzenle yazıştık kitapları çıkmak üzere, biraderin de öyle. Merakla bekliyorum artık, ikisinin kitapları aynı zamanda çıkacak sanırım, beraber ısmarlarım, kargo parasından tasarruf ederim diye düşünüyorum. Bir arkadaşın da çıkacaktı aynı yayınevinden, o da yetişse onu da aynı siparişe eklerdim ama bilmiyorum artık. Aslında KDY hakkında birçok arkadaş bilgi aldı arayarak, mesajla. Bir çeşit gönüllü tanıtım elemanı gibi çalışıyorum. Belki on kişiyle konuşmuşumdur sistem nasıl çalışıyor, para istiyorlar mı, metne müdahale ediyorlar mı, diye. Kendi kitaplarımdan başka dört kitaba da teşvikçi olduğumu söyleyebilirim. Elbette benimle konuşmasalar da bu sistemden haberdar olur kitaplarını bastırırlardı belki ama ben yine de kendime pay çıkarıp sevineceğim. Bir renk gelsin sıradan günlerime.
İkindi sonrası bir parlak gökyüzü bulutlar altından, sonra bir ara güzel bir gökkuşağı karşıdaki yeşil yamacın üstünde. Çıktım kalan yağmur sularıyla balkonu yıkadım. Tozlar ve bir süredir rüzgârın getirdiği akasya yaprakları da aktı gitti yağmur sularıyla. Evet, artık eminim o yaprakların akasya çiçeği olduğuna. Dün yumurta almaya çıktığımda yoldaki akasyaları inceledim. Dallarında daha dökülmemiş yapraklar kalmış az da olsa, ağaçların altında ise bir örtü oluşmuş neredeyse. İşte bu. Aslında bunu yazmak için açmıştım günlüğü. O rüzgâr önünde şıkırtılı bir ses çıkaran çiçek yaprakları tahmin ettiğim gibi akasyadan savrulmuş diyecektim bir, ikincisi yağmur suyuyla balkon yıkadım bugün diyecektim. Bu önemli bir şey bence yazmaya değer. Diğer meseleler sonradan araya girdi.
Ha bir de böyle gece yarısı bilgisayarı açıp soru yazmaya başlayacakken nedense içimden Google Earth’tan köye bakmak geldi. Bizim evin olduğu yere baktım biraz. Ekran görüntüsü aldım. Sonra içimden geldi bu bloğa arka plan yaptım aldığım görüntüyü. Nasıl duruyor diye bakınca şunu fark ettim. Sekmeler bazı yerlere denk gelmiş ve bunun bir anlamı olabilir. Günlük, baba ocağının avlusunda mesela. Bütün bir çocukluk o avluda geçti. Bir kitapta anlatmıştım cirim kavramı üzerinden, belki o parçayı bulup bloğa koyarım bir ara. L harfinin uzun kenarının ucu, “Armutlu Masal”da anlatılan armudun olduğu yer. Şiir, “cirim”i sınırlayan yol. Aynı zamanda yokuş aşağı giden bir 50 NC ve giden yolcuların ardından bakakalma... Bazen de o yolcu arabasının içinde hüzünle akan çamlara bakma. Öykü, okul bahçesi. Beş yıl o bahçede oynadık. Eğlendik, üzüldük, terledik, üşüdük, 23 Nisanlarda şiirler okuduk, kale, yakar top oynadık. Deneme okulun yanındaki yol. Bir yanı Mehmet Çavuş’un bakkalı, bir yanı eski sağlık ocağı ve lojmanı. İğne olmaya, film izlemeye, belki lezzetli bir şey yemeye giderdik Hediye Ablayla İlhan Hocanın evine. Roman, mezarlığa giden yol, yokuş yukarı. Sadece mezarlığa gitmiyor elbette ama biz en çok mezarlığa giderdik o yoldan. Çok küçükken “Goca Teyze”yi ziyarete gittiğimizi hatırlıyorum anamla, sonra başka akraba ziyaretleri filan da olmuştur az da olsa ama düzenli olarak mezarlığa gideriz o yokuştan. Mezarlığa giden bir yokuş da ancak bir romana sığar bence.
Of, içim şişti ya. Yeter bu kadar.
8 Mayıs 2020, Cuma
Bugün whatsapp’ta şöyle bir muhabbet döndü, kaybolup gitmesin diye bir kısmını kaydetmenin iyi olacağını düşündüm.
Arife bir metin yazmış, deneme dense olur sanırım, bizi üzerinde konuşmaya davet etti.
Arife:
Memleket nedir? Bir kaya dibinde açmış, küçük, mütevazı, eflatun çiçeği günlerce, haftalarca delicesine özlemektir. Çocukluğuna aittir o çiçek. Yıllardır görmemişsindir. Aklına düşüverir de hiç hesapta yokken, burnunda tüter. Bilirsin yine aynı mevsimde, aynı kayanın dibinde, kimselerden habersiz açmıştır. Sorgusuz sualsiz girebildiğin bahçedir memleket. Çekinmeden altında oturabildiğin ağaç... Meyvesine izinsiz uzanabildiğin dal... Nice güzel bahçeler görürsün ömrünce, anlı şanlı beldeler gezersin, fakat dalamazsın hiçbir bahçeye öyle teklifsizce.
Memleket nedir? Beyaz savrulcadır karlar tam erimeden önce. Tek tek bildiğin hangi çalıların dibinde açacağını. Sarı çiğdemdir, dilli çiçektir, dağ karanfili, ekin çiçeği... Biber fidelerinin sonuna dikilmiş fesleğenin kokusu... Ancak seher vaktinde, sabahın dinginliği ve diriliği içinde uyanık olursan gerçek güzelliğini temaşa edebileceğin mavi çiçekli karahindiba... Yine sabahın seherinde kuşların coşku dolu zikrine şahit olabildiğin yerdir memleket. Duggug sesi, gece kuşunun karanlığa eklediği hüzün. Kuşluk vaktinde bir kahkaha çiçeğinin renkli dürbününden gördüklerin. Kahvaltı sofrasında çay bardağının siniye düşen gün ışığıyla hareli gölgesi. Gönlünde hüzünler bırakarak esip geçen ikindi yeli. Seccadenin üzerinde oynaşan yaprak gölgeleri... Akşam ezanında komşularla çeşme başında edilen kısacık sohbetin tadını unutamamaktır memleket. Tozmasın diye sulanıp süpürülmüş toprağa yalın ayak basmanın serin huzuru... Her bir ağacıyla, taşıyla anılarının olduğu bahçe... Ama illa da kapıdan çıkınca seni karşılayan pür çiçek kiraz ağacıdır memleket. Nice ulu çınarlar seversin, salkım söğütler, erguvanlar, mimozalar... Ama aklın kalır o kiraz ağacında. Bir ev düşlediğinde, ilk onu konduruverirsin hemen önüne.
Memleket anadır... Baba ocağıdır. Çocukluğun, gençliğin... Şen kahkahalar, gamsız günler... Gözde buğu, dilde düğüm, kalpte sızı... Aşina olduğun bir kabristan. Çam ağaçları altında bir mezarı özlemektir memleket.
S:
Sabah sabah duman ettin beni pis mızık(a)cı (…)
Ben:
Memleket eski bir defter, açıp baktığın hüzünlendiğin el yapımı albüm...
Ş:
Ne güzel söyledin amca. Gerçekten bu sanırım memleket. Bir daha asla geri gelmeyecek güzel anıların biriktirildiği bir albüm. Albümüne yeni fotoğraflar, anılar ekleyebilirsin ama asla geri dönemezsin. Sadece hatırlayıp özlem duyabilirsin. ☹️ Memleket işte böyle hep özlenecek hiç kavuşulmayacak bir sevda sanırım.
Güzelliği de ulaşılmazlığından gelmiyor, güzel olduğu için hafizamızda bozulmayacak ulaşılmaz bir yere kaldırdığımız anılar.
Arife:
Evet H.C. ve evet Ş., siz daha güzel ve daha özlü ifade ettiniz. Memleket öyle bir şey.
Ve S., aynı zamanda memleket; sen işinde gücündeyken ya da öylesine balkonda otururken sessizliği bir anlığına yarıp içini bi hoş eden tiz bir horoz sesidir.
Bir kanat şapırtısı, uçma niyeti olmaksızın...
Belki ara ara dönüp hasretle o el yapımı albüme baktığımızda bizim yaptığımız da tam böyle bir kanat çırpmadır.
Ben:
Bazen şunu da hissettim, sen farklı yerlerde farklı şeyler görüp geri döndüğünde bıraktığın gibi durduğunu gördüğün insanlar, garibanlıklar...
Arife:
Bir an başımızı kaldırıp uzaklara bakar sonra tüm hantallığımız ve umursamazlığımızla önümüzü eşelemeye devam ederiz.
Ş:
Bıraktığın gibi bulmak da acı/gariban diyorsun yani. 🙂 Bıraktığın gibi bulmamayı yeğliyorsun.
Ben:
Yeğlemek demeyelim de bir hüzün. Aynı garibanlığı görmenin verdiği hüzün. Sanki bir uyurgezermişsin de birden ayağın tepsideki suya değmiş, balkonun kenarında uyanmışsın gibi. Oysa bir botanik bahçesinde egzotik ağaçlar arasında yürüyordun düşünde.
…Bunun gibi şeyler. Hepsini almadım. Arife bazen böyle mesajlar atar, onları bir yerde saklıyor mu bilmiyorum, bu sefer hiç değilse ben saklayayım dedim.
12 Mayıs, Salı
Yine bir yazı Arife’den. Yine alıntılıyorum. Az önce balkona çıktım, gagasına bir çöp almış karganın biri önümden uçtu gitti. Hiç karga yuvası görmedim ama onların da olmalı tabi bir yuvası. Benim göremeyeceim kadar yüksekte yapıyorlar demek.
Arife:
Kargoyu pek de sabırsızlıkla beklediği söylenemezdi. İçinde abisinin yeni kitabı vardı. Fakat onun için pek yeni sayılmazdı. Yine de ilgiyle önce kapağa baktı, sonra arka kapağı okudu. Yapraklarını hızlıca şöyle bir çevirdi. Sonsöz makamında yazılan masalı okumaya başladı. Daha önceden birkaç kez okumuştu aslında. Hatta yazılma esnasında epey geyik de döndürmüşlerdi. Malumdur ki her eserde yazarının hayatından esintiler bulunabilir. Bunda da vardı. Bu demek oluyor ki yazarla kardeş olduklarına göre onun hayatından izler de vardı. Masalı gülümseyerek, hatta bazen kıkırdayarak okudu. Daha önceden ağlayarak bile okumuşluğu vardı. Bu sefer daha önceden anlayabildiğine şaşırdı. Kitabı kapatıp yatağa giderken yazarın (...) oldukça yanlı yazdığını düşündü. Kendi kendini payladı sonra. Beğenmiyorsan kendi hikayeni kendin yazacaksın, kendi rolünü kendin belirleyeceksin kızım. Elbette böyle olacak diyerek kardeşine hak verdi. Zaten genelde kendi dışındakilere çabucak hak verirdi.
(...)
S:
Sabah sabah duman ettin beni pis mızık(a)cı (…)
Ben:
Memleket eski bir defter, açıp baktığın hüzünlendiğin el yapımı albüm...
Ş:
Ne güzel söyledin amca. Gerçekten bu sanırım memleket. Bir daha asla geri gelmeyecek güzel anıların biriktirildiği bir albüm. Albümüne yeni fotoğraflar, anılar ekleyebilirsin ama asla geri dönemezsin. Sadece hatırlayıp özlem duyabilirsin. ☹️ Memleket işte böyle hep özlenecek hiç kavuşulmayacak bir sevda sanırım.
Güzelliği de ulaşılmazlığından gelmiyor, güzel olduğu için hafizamızda bozulmayacak ulaşılmaz bir yere kaldırdığımız anılar.
Arife:
Evet H.C. ve evet Ş., siz daha güzel ve daha özlü ifade ettiniz. Memleket öyle bir şey.
Ve S., aynı zamanda memleket; sen işinde gücündeyken ya da öylesine balkonda otururken sessizliği bir anlığına yarıp içini bi hoş eden tiz bir horoz sesidir.
Bir kanat şapırtısı, uçma niyeti olmaksızın...
Belki ara ara dönüp hasretle o el yapımı albüme baktığımızda bizim yaptığımız da tam böyle bir kanat çırpmadır.
Ben:
Bazen şunu da hissettim, sen farklı yerlerde farklı şeyler görüp geri döndüğünde bıraktığın gibi durduğunu gördüğün insanlar, garibanlıklar...
Arife:
Bir an başımızı kaldırıp uzaklara bakar sonra tüm hantallığımız ve umursamazlığımızla önümüzü eşelemeye devam ederiz.
Ş:
Bıraktığın gibi bulmak da acı/gariban diyorsun yani. 🙂 Bıraktığın gibi bulmamayı yeğliyorsun.
Ben:
Yeğlemek demeyelim de bir hüzün. Aynı garibanlığı görmenin verdiği hüzün. Sanki bir uyurgezermişsin de birden ayağın tepsideki suya değmiş, balkonun kenarında uyanmışsın gibi. Oysa bir botanik bahçesinde egzotik ağaçlar arasında yürüyordun düşünde.
…Bunun gibi şeyler. Hepsini almadım. Arife bazen böyle mesajlar atar, onları bir yerde saklıyor mu bilmiyorum, bu sefer hiç değilse ben saklayayım dedim.
12 Mayıs, Salı
Yine bir yazı Arife’den. Yine alıntılıyorum. Az önce balkona çıktım, gagasına bir çöp almış karganın biri önümden uçtu gitti. Hiç karga yuvası görmedim ama onların da olmalı tabi bir yuvası. Benim göremeyeceim kadar yüksekte yapıyorlar demek.
Arife:
Kargoyu pek de sabırsızlıkla beklediği söylenemezdi. İçinde abisinin yeni kitabı vardı. Fakat onun için pek yeni sayılmazdı. Yine de ilgiyle önce kapağa baktı, sonra arka kapağı okudu. Yapraklarını hızlıca şöyle bir çevirdi. Sonsöz makamında yazılan masalı okumaya başladı. Daha önceden birkaç kez okumuştu aslında. Hatta yazılma esnasında epey geyik de döndürmüşlerdi. Malumdur ki her eserde yazarının hayatından esintiler bulunabilir. Bunda da vardı. Bu demek oluyor ki yazarla kardeş olduklarına göre onun hayatından izler de vardı. Masalı gülümseyerek, hatta bazen kıkırdayarak okudu. Daha önceden ağlayarak bile okumuşluğu vardı. Bu sefer daha önceden anlayabildiğine şaşırdı. Kitabı kapatıp yatağa giderken yazarın (...) oldukça yanlı yazdığını düşündü. Kendi kendini payladı sonra. Beğenmiyorsan kendi hikayeni kendin yazacaksın, kendi rolünü kendin belirleyeceksin kızım. Elbette böyle olacak diyerek kardeşine hak verdi. Zaten genelde kendi dışındakilere çabucak hak verirdi.
(...)
20 Mayıs, Çarşamba
Dokuz yıl önce bir arkadaşla Ankara’da buluşmuştuk. Önce sanırım bir yerde atıştırmalık bir şeyler yedik, sonra birkaç kitapçıya uğradık. Benim aklımda bir Yunus Emre romanı yazmak vardı o zaman, bazı önemli kaynaklar aldım, yavaş yavaş okudum. Sonuçta o romanı yazamasam da çok şey öğrendim. Bir de felsefe okumaları iyi olan arkadaşa tavsiye ettiğin bir felsefe kitabı seç, okuyayım demiştim. O gün o arkadaşın seçtiği kitabı geçen hafta bitirdim. Çocuklara diyorum bu kitabı okumak dokuz yılımı aldı, gülüyorlar. O zaman başından biraz okuyup sonra unutmuşum, bir buçuk ay kadar önce tekrar baştan başladım. Kitabın başına tarih atmasaydım bilemezdim tabii kaç zamandır okuduğumu. Haziran 2011, Tatarlı, yazıyor. Son sayfaya 2020 tarihini yazdım.
Thedor w. Adorno, Minima Moralia. İyi kitap. Bazı bölümlerinin başına tik koydum, epey bir yerini çizdim. Önemli notlar, parçalar yazmış. Sorgulayan bir üslup, kendini, içinde bulunduğu grupları irdeliyor usanmadan. Yeni bir ülkede tutunmaya çalışan mülteciler hakkında da kafa yormuş, bu da kendi kimliğinin bir parçası. Farklı konularda değinilerden oluştuğu için kitabı özetlemek mümkün değil elbette. Zaten çok yoğun, bir parçasını özetleyeyim desen yine olmaz.
Alıntı da zor. Çünkü düşünce yoğun bir şekilde sürdüğü için aradan bir cümleyi çıkarmak zor, bazen parçanın veya paragrafın tamamını almak lazım kopukluk olmaması için. yine de bazı cümleler almak istiyorum.
“ARTIK BİR YURDU KALMAMIŞ KİŞİ İÇİN YAŞANACAK BİR YER OLUR YAZI.” cümlesinin hem altını çizmişim okurken hem ayrıca sayfa başına yazmışım büyük harflerle. Şimdi cümlede iki tane "bir" olması rahatsız etti editör yanımı, birini sileyim mi dedim ama karar veremedim hangisini sileceğime. Bu arada alıntılar felsefetalebesi.blogspot.com adresinde merak eden olursa.
Not: (1 Haziran) Bu cümlenin yukarıdaki memleket yazısıyla birlikte okunması iyi olur belki. Yeni çağrışımlar getirebilir, arada epey gün olsa da.
Halam gruba o mesajı attığında cevap yazacaktım aslında. Benim perspektifimden nedir memleket diye. Sonra araya kaynayıp gitmiş. Hem kendi akıllı telefonum olmadığından, hem de güya zaman bulamamaktan.
YanıtlaSilBen buraya yazayım madem de, belki hala sen de görürsün.
Yazını okuyunca çok duygulandım. Çok da özendim. Ne kadar hüzün verici hatta can yakıcı olsa da memleket özlemi eşsiz ve yaşamaya değer gibi geldi bana. Benim bir memleketim yok çünkü. Çocukluğumu sabit bir yerde geçirmediğimden midir yoksa gurbette dünyaya gelerek baştan mı kaybettim memleket hissi şansımı, bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey varsa o da seninki gibi bir memleketim olmadığı. Kendimi oraya aitmiş gibi hissettiğim hiçbir yerle karşılaşmadım henüz. Nere gittimse bir eğretilik, bir yabancılık. Elimi kolumu nereye koyacağımı şaşırma. Bu yüzden çok dokundu bana yazın. Gerçi bazı zamanlar bir duygusallık bastırıyor ki sorma. Saliha ve Hatice'nin seslendirdiği ceviz ağacı masalını dinlerken bile gözlerim doldu. Öyle bir şey işte.
Şanslısın doğrusu. Sanıyorum ki bunu kabul etmeyeceksin, yani şanslı olduğunu ama öylesin bence. Her şeyden önce 'sen' olduğun için. Benzer çocuklukları, benzer yerlerde yaşamış onca insanın hangisinin içinde senin içinde olduğu gibi cereyan ediyordur bunlar? Hangisi bu satırları böyle en içinden yazabilir? Kim yazarlığını yaşantısının içinde böyle ustaca saklayabilir? Varlığına sağlık.
Özenilmeyecek gibi değil ki. Memleket hakkında düşünmeye bile çekiniyorum ben! Bu kelimenin ana dilimdeki karşılığını bile bilmediğimden mi, ana dilimin ne olduğunu bile bilmediğimden mi..?
SilKendimi bi yere ait hissetmeyi çok isterdim, ya da herhangi bir şeye. Ama içimden bir ses daha çooook var diyor oraya, daha yolun başındayım evet. Mesela geçenlerde Pangea'lı olduğumu öğrendim. Sizinle de hemşehriymişiz, memnun oldum..:)