Selam Sırfâş (Evde kal sen de)

22 Mart, Pazar

Bunu gündüz yazacaktım aslında, unutmuşum. Evden hiç çıkmadım bugün. Dün markete filan gitmiştik Hilal’le. İkindi namazı için hırkamı giyip balkona çıktım o kadar. Ses ün yok. Okul çocuklarının sesi çınlatırdı her yanı. Hele bin küsur ortaokul öğrencisi bir anda teneffüse çıkınca. Hafta sonları da boş kalmazdı okul, sokak. Kursa gelen öğrenciler; çarşı iznine çıkan, dönen askerler; öğrenci velileri, konu komşu… Ara ara dışarı çıkmayın anonsu ve seyrek de olsa yoldan geçen arabalar. Hepsi bu kadar…

Gerçekten hepsi bu kadar mı? Değil aslında. Uzaktan çiçek açmış ağaçları görüyorum. Bahar dalları diyemem yakından bir dala bakamadığım için, ama toplu dallar işte, ağaç köküyle birlikte. Sonra arada kuş sesleri. Yan apartmanın terasında kuş besleyen genç ve güvercinleri… Bahar var. Ama uzaktan, içeriden...

Akşama doğru Aysona’nın dizgisini yapan arkadaş dönüş yaptı. Birkaç kez geri dönüşle idare eder dediğim bir kapak oldu. İyi ya, iyi işte… Kitap üç yüz bir sayfa tutmuş. Hep şöyle üç yüz sayfayı geçen bir kitabım olsun isterdim, o da oluyor işte. Daha ne? Gerçi yayınevinin yeni bölümler sağdaki sayfadan başlayacak temayülü olmasaydı belki üç yüze ulaşmazdı ama olsun. Yine de dert etmezdim.

23 Mart, Pazartesi

Baskı dosyalarını yükledim, onay geldi. Roman birkaç güne satışa çıkar.

2 Nisan, Perşembe

Evde kal / Şiirde

Hayat eve sığar/ Kalbe

Bunlar işin magazini tabi. Kolay değil herkesin evde kalması, belki her hayat eve sığmıyordur ayrıca. Yine de Whatsapp durumu yaptım yukarıdaki iki sözü, bir gün öyle durdu, yirmi küsur insan görmüş…

6 Nisan, Pazartesi

On gün kadar olmuştur dışarı çıkmayalı, belki daha fazla. Gerçi bir kere arabada kalan market alışverişinden kalma malzemeyi çıkarmak için indim ama onu saymıyorum. Balkona çıkıp biraz şiir filan okuyorum bazen. Hava da öyle çok güzel değil. Bir kahve içimi oturduğum oluyor, üç beş sayfa okuyabildiğim.

Bu sabah biraz nemli bir hava vardı ama yine de balkona çıktım. Sanırım on beş dakika kadar yürüyerek okudum. Derin nefes aldım. Sabah nefes alma zorluğu yaşıyorum gibi bir hisse kapılmıştım ama balkonda gayet iyiydi nefes alışım. Evhamlanıyorum sanırım. Zaten salgın bir kişi öldürürse dokuz kişi korkudan ölürmüş. Yoksa kırka bir miydi?

Dün akşam TRT2’de Solaris vardı. Bike’yle izledik. Uzun yıllar önce izlemiştim aslında ama pek anlamamıştım. Bu sefer daha iyi anladım sanırım. Anlayamadığım yerleri de Film Sonrası programında eleştirmenler anlattılar. Pek fazla okuyamadığım bugünlerde iyi oldu. Aslında iyi filmler çok oluyor TRT2’de ve birkaç hafta önce alıcıyı değiştirdiğimiz için izleme şansımız var ama genelde çoğunluğa uyup o filmler yerine daha hafif şeyler izliyorum.

7 Nisan, Salı

Hava güzel sayılır. Güneşli, hafif serin. Balkona çıktım, şiir okuyarak gezenledim. Kuşçu Ali güvercinlerini uçuruyordu, biraz ona baktım. Biraz karşı yamaçtaki çiçek açmış ağaçlara. Çiçekler uçuyor yavaş yavaş, yapraklar çıkıyor.

8 Nisan, Çarşamba

Hava güzel, balkona çıktım birkaç kez. Gezenledim, çuvaşladım. Öğle namazı kıldım. Sağa sola bakındım. Yamaçların yeşili artıyor, ağaçlar hâlâ çiçeklerini dökmemiş, öylece bembeyaz duruyorlar garnizonun içinde. Kuşçunun terasta bir iki büyük saksıda (dikdörtgen iri şeylerden olduğunu tahmin ediyorum) kırmızı zambaklar açmış. Bahar işte. Ben balkondan dünyaya bakarken işçiler çalışmaya devam ediyor. İlerde kim bilir ne zaman kaldırımı sökülen yol vardı, o kaldırım boyu ağaçların altından yürümeyi severdik. Kaldırım yapılmış, apartmanların arasından bir parçasını görebiliyorum. İşte öyle…

Rüyamda kapı çalınıyor. Bir kadın, zayıf, tahta gibi; yanında bir iki çocuğu var. Yanlarında birçok kırmızı plastik kova getirmişler sıra sıra dizmişler koridora. Ben kapıyı açınca içeri dalıyorlar, kovalar dışarıda kalıyor. Tabir sitelerine baktım, iyi diyen de var kötü diyen de. Boş kova kötüymüş de plastik kova iyiymiş falan filan. Ama ben kötü yorumları da iyiye yordum, kovalar içeri girmedi çünkü, kapının dışında kaldı.

27 Nisan, Pazartesi

Birazdan yarın olacak. Daha namaz kılacağım, teravih. Yine de önce aklıma gelen birkaç cümleyi yazayım dedim. Namazda zihnimi dağıtamazlar en azından. Gerçi belki dağıtacak başka şeyler üşüşür yine zihnime hayalime ama ben bir ön alma çalışması yapmış olurum yine.

Ramazan geldi, farklı bir ramazan diyorlar, tüm dünyada. Doğru da diyorlar, ama benim son yıllarda edindiğim alışkanlıklarım pek değişmedi diyebilirim. Hatırladığım kadarıyla geçen yıl da genelde evde tek başıma kıldım teravihi. Belki birkaç kere bir arkadaş geldiyse, bir arkadaşa gittiysem… Hiç hatırlamıyorum, emin değilim. Bir iki misafirliğe gittiğimiz, misafir aldığımız olmuştu geçen yıl ama genelde yine biz bizeydik evde.

Dün balkonu yıkamıştım. Bir kilim serdim sonra oturup birkaç sayfa meal okudum. Yürüyerek birkaç şiir okudum. Bugün çocuklar “A, bakın kar yağıyor sanki!” diye çığlık atıyorlardı. Sonra rüzgâr çok fazla diye pencereleri kapadılar. Ben önümdeki meşguliyetten kafamı kaldırıp gidene kadar ne olacaksa olmuştu. Balkona çıktığımda serdiğim kilimin bir kenara toplandığını gördüm. Her yanda kuru çiçek yaprakları vardı. Sanırım bir çeşit akasya. Rüzgâr estikçe birbirine ve duvara çarpıp ses ederek sürükleniyorlar. Bu sesi tanımlamaya çalıştım. Pul sesi, bozuk para sesi gibi bir şeyler demek istedim, oturmadı. Başka bir şeydi.

Ne olduğunu akşam Semih Kaplanoğlu’nun Buğday filmini izlerken anladım. Hafızamdaki seslerden biriyle eşleştirmeye çalıştığım ses ermiş buğdayların rüzgârda çıkardığı sesti. Bir de kuru yaprakların hışırtı değil de belki çağıltı denebilecek (belki şıkırtı da denebilir) sesi. Geçen yıllar da bu akasya yaprakları altıncı kattaki bu balkona gelmişti. Demek böyle bir mevsim var. Bademlerin çiçek açtığı zaman, ayvanın çiçek açtığı zaman, yol kenarını gülhatmilerin bezediği zaman gibi bir de altıncı kat balkonlarında kuru akasya yapraklarının şıkırdadığı zaman var. Akasya olduğunu sanıyorum ama emin değilim. Uzman olduğum söylenemez çiçek yaprakları konusunda.

Bu arada Buğday ilginç bir filmdi. Kuran kıssalarına, tasavvuf metinlerine göndermelerle dolu, ama aynı zamanda çevre sorunlarını ele alıyor. Bir bilim kurgu filmi, belki distopya desek daha doğru olur. Bilmiyorum, aslında çiçek yapraklarından çok anlamadığım gibi sinemadan da anlamam. Ama TRT2’de iyi filmler izliyoruz arada bir. Bir iki gün önce Kefernahum filmini izledik Lübnanlı bir yönetmenin o da müthişti.

Eh bu kadar yeter. Bir dakika sonra gün bitecek. Daha namaz kılacağım, sonra gündüz yarım kalan soruları yazacağım. Derken… aha da oldu işte. Artık 28 Nisan.



Yorumlar

Popüler Yayınlar