GERİ SAYIM VE KÜLLER

(Bu yazıyı 2010 yılında yazmışım. Eski dosyaları karıştırırken buldum.)

Bu son günlerde insan ömrünün uzunluğu kısalığı üzerine düşünüyorum. Sonunda şunu anladım ki insanın yaşı gerçekten bir şey ifade etmiyor. İnsan ömründe, evet bir bakıma zaman bir kronometre gibi işliyor. Ama bu ileriye doğru değil, geriye doğru sayan bir kronometre. Doğumla çalışmaya başlıyor. Ne zaman sıfıra ulaşacağı ise meçhul.
Biz ömrü ileriye doğru ölçüp şu kadar zaman yaşamış, diyoruz. Daha ne kadar zamanı var bilmiyoruz oysa. Eğer yaşlanmak nihayeti ölüm olan bir süreçse kırk yıl ömrü olan otuz yaşındaki adam, seksen yıl ömrü olan elli yaşındaki adamdan daha yaşlı kabul edilmelidir. Elbette bu adam bundan yaşlıdır demek için ölüm takvimini bilmek gerek, ki bu da farz-ı muhal.
Sonra bir de bu yılların hangi verimlerle doldurulduğu meselesi var ki işi iyice çetrefilleştiriyor. Bir iki gün önce televizyonda bir vefat haberi vardı, sonra gazeteye de yansıdı. 37 yaşında vefat etmiş bir insan. Ben de 37 yaşındayım bugün. O kadar çok şey sığdırmış ki bu kısacık hayatına. Dünyanın birbirinden çok farklı coğrafyalarında birbirinden oldukça farklı meşguliyetler. Bir bakıyorsun bir diplomat gibi, bir bakıyorsun barış gönüllüsü, bir bakıyorsun eğitimci… Her biri bir ömre değecek işler. Demek ki herkes için ayrı bir sayıdan başlayan kronometre işlemiyor sadece, herkes için her zaman biriminin ayrı bir tanımı, ayrı bir doluluğu var. Zahiren aynı gibi görünse de herkesin yılı aynı yıl, herkesin günü aynı gün demek de çok doğru değil öyleyse. Yılı asra bedel, günü sonsuza açılan insanlar görmüş bu ihtiyar küre. Büyük gönül insanları, aksiyon insanları. Sonra kısacık hayatına şaheserler sığdıran şairler, yazarlar…
Ben Puşkin’i, Lermantov’u pek bilmem. Onlardan bahsetmeyeceğim. Ama iyi bildiğim, yazdığı her şeyi en az bir kere okuduğum Ezizov’dan bahsedebilirim. Geçenlerde şair Kemalettin Bal’la tanıştım. “Az Edebiyat”ın yeni sayısının şiir ağırlıklı olacağını söyledi. Ezizov’un bir şiirini hatırladım. Yazıldığı zaman epey gürültü koparmış, iddialı bulunmuş bu şiir. “Meniň poeziýam bar.” dediği için. Genç bir şair kendi sanatı, kendi şiiri için böyle yüksek perdeden konuşabilir mi diye rahatsız olmuş devrin edebiyat ağaları. O şiiri hatırladım. Belki çevirebilirim diye düşündüm. Bu şiirin de şairin isimsiz şiirlerinden biri olduğunu hatırlıyordum. Onun için bulmam biraz zor oldu. Yanılmışım. Şiirin adı “Otuz Yaşında Yazılan Şiir” imiş. Otuz yaşında “benim şiirim” diyebilmiş adam. O zaman çok sert tepki gösteren arkadaşları dâhil bugün herkes kabul ediyor ki Ezizov’un “benim şiirim” demeye hakkı vardır. Zaten ömrü de otuz beş yıl. Otuz beş yılda bir ciltlik şiir mirası bırakmayı başarabilmiş, bu mirasıyla bana sonbaharı ve bozkırları sevdirebilmiş…
Eskiden kardeşim (Fatma) ve ben sevdiğimiz kitapların başlarında yer alan yazar hakkındaki sayfayı gönül rahatlığıyla okurduk. Bakardık yazar bizden on beş yaş büyük mesela, “O yaşa gelelim bakalım, biz daha iyisini yazarız.” derdik. Sonra yıllar geçtikçe bazı yazarların doğum yılları batmaya başladı bize. “Herifin oğlu benden beş yaş küçük… Şuna bak ya…” ya da “O kız var ya gıcık ediyor beni. Olmaz ki canım…” demeye başladık. Şimdi biraz kabullendik. Ben çoğu zaman yazıyı önemsemiyormuş gibi yapıyorum. Bazen de farklı açılardan bakıyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse bu geri sayım modeli teselli ediyor bazen. “Bilemeyiz ki daha çok ömrüm vardır belki. Belki hayalimdeki o güzel eserleri yazacak kadar yaşarım.” diyorum. Halbuki biliyorum, o ufuk metne hiçbir zaman ulaşamayacağım. Ne kadar çalışsam iyi eserim hep henüz yazmadığım metinler olacak.
Bir de son zamanlarda “Şimdi ölsem, benden kalacak eserden memnun muyum?” diye düşünmeye başladım. Ahiret azığı olarak düşünürsem elbette evet diyemem. Çok tembellik ettim, ömrümü zayi ettim, ediyorum… Ya edebiyat söz konusu olduğunda? Bilemiyorum, boşa geçirdiğim vakit çoktur bu konuda da. Çalışsam daha iyisini yapabilirdim. Lakin yine o kadar kötü de değil eserim. Güzel desem sadece övünmüş olmam. Aynı zamanda gerçek düşüncelerimi söylememiş olurum. Yoksa mütevazı olayım diye iyi yaptığım bir şeyi yapamadığımı söylemedim hiç bir zaman. Eksik gedik yerleri çok olsa da yazdıklarımın tamamen boş olduğu söylenemez. Daha söylemek istediğim çok şey var ama söylemek istediğim bazı şeyleri de söyledim. Gözüm arkada gitmem ölsem. Yazılarım kalır.
İnsan ömrü kronometre, dedim ya; bir kum saati gibi bir de. Zahiren bakıyorsun iki kum saati aynı. Ama ikisinde de saf mermer tozu akmıyor sadece. Birinde altın tozuyla karışık akıyor, birinde bakır, gümüş… Ama çoğunda, çoğu zaman kül… Kumla karışık, gümüşle karışık, hep kül. Yıkılmış hayaller, boşa geçmiş gençlikler.
Bir yazıcı, ömrünün küllerinden eserini çıkarabiliyorsa en azından, maksat hâsıl olmuştur bence. 'Kaknüs’ün kendi küllerinden yeniden doğması gibi, bazen sanatçı ömrü pahasına inşa eder eserini ve eserleri külleriyle yazılır.

Yorumlar

Popüler Yayınlar