Selam Sırfâş (11 Kasım)

6 Kasım, Çarşamba

Kuzenim şöyle bir paylaşımda bulunmuş:

“Bugün kendimize sormamız gereken soru şu olsun;
Allah karşıma kendim gibi insanları çıkarsın duasına âmin diyebiliyor muyuz?”

Aslıhan bu cümleyi kendi mi kurdu bir yerden mi aktardı bilmiyorum ama sıkı soru. Birçok arkadaşı âmin yazmış altına. Ben uzunca yorum yazmak istedim. Şunu yazdım:

“Kendi oluşundan duruşundan memnun olanlar kolayca âmin diyebilir bu soruya kendisiyle arası çok hoş olmayanlar önce bir duraklar, sonra düşünür. Güzel soru ama kolay değil aslında. Başkasına söylenince daha anlamlı. İki ucu açık sağlam bir dua, kimine alkış kimine kargış.”

Uluorta akıl satmayı sevmem aslında nasıl olduysa kendimi tutamadım sabah sabah.

Aradan saatler geçti, tekrar baktım. Yine aminler, uzun uzun hem de. Ne güzel, dedim, en azından insanlar kendi oluşlarından memnun, iyi olduklarını düşünüyorlar.

Yemek programlarını izliyorum bazen; insanların birbirine puan verdiği, birbirini yargıladığı programlar. Tam bir laboratuvar. Büyük bir kısmı nalıncı keserinden evirilip insan olmuş nasıl olduysa. Olmayacak tuhaf davranışlarını adalet, doğruluk gibi sunmaya çabalıyorlar. İnsanımızın ortalaması bu işte diyorum. Benim türüm böyle bir şey.

*

Kütüphaneye gittim. İki kitap, iki dergi aldım. Dergilerin yerini değiştirmişler. Benim daha önce aldığım dergilerin yığınlarını bulamadım. Tuhaf şey.

İade ettiğim dergilerin birinde şöyle bir dize vardı: “Kalp kırığı kaynamaz / Biliyorsun.” Bike’ye okudum. “Kaynar ama zor.” dedi. Birkaç hafta önceydi. Bu dizeyi o zaman yazmıştım sanırım not defterime. Aradan geçen sürede ışıltısı kaybolmuş gibi geldi dizenin. O günlerde Hilalka’nın doğum günü vardı. Bike her birimize bir zarf verdi. İçine not yazın, dedi. Ben hediye olarak silikondan bir spatula almak istiyordum. Şımarık’a baktım bulamadım. Hanımın spatulası kırılmıştı ve gülerek talep etmişti doğum günü hediyesi olarak alırsınız diye. Spatula bulamayınca bir kurabiye şekillendiricisi aldım. Tırtıl kurabiye yapmaya yarıyormuş. Bike’nin verdiği zarfa da uzunca bir not yazdım. Bugün kütüphaneden gelirken nedense, o kalp kırığı dizesini, Vehbi’nin kolundaki yaş ağaç kırığını ve zarfa koymak için yazdığım notu hatırladım.

O not şöyle:

Spatula Kutlağı

Evirir, çevirir; çizmez, incitmez
Bir spatula silikondan.
                     Sen âdeta…
İşte ondan
Bir spatula alacaktım
                     Şımarık’tan.
Ama adı üstünde
Şımarık, aradığın bulunmaz.

İşte sen de bir tanem;
Bir silikon spatula
Evirir, çevirirsin
                     İki parmağında dünyamız.
Çizmezsin, yaralamazsın,
İzin vermezsin yakmasına
Bu dünya tavasının.

Ve böyle, geçer yıllar…
Spatula da kırılır,
İnsan kırılmıyor mu?
Ama yaş ağaç kırığı değil bu,
Kalp kırığı, zor kaynarmış.
Kalbin kırılmasın bir tanem.

Kırdıysa dünya kalbini
Atelin olayım.
Tavada spatulan,
Leğende elin olayım.
Kırk bir kere kırk bir kere maşallah,
Sen evimiz ol bir tanem,
Ben evin olayım.



Bu ilk doğum yılı notu değil bu yıl yazdığım. Bu nottan birkaç hafta önce de Begüm için yazmıştım bir not:

On üç yıldır aramızda yaşıyor,
Plüton’dan gelen bir konuk mu neymiş.
Bir tuhafmış dünya, hâlâ şaşıyor;
Büyükler çocukmuş, bebe bilgeymiş.

Neval Begüm, evimizin bilgini.
Aydınlatır bizi; anlar, anlatır.
Dilerim hiç yitirmezsin ilgini,
Işık olur, okuduğun her satır.

Doğum günün kutlu olsun ak kızım,
Çok teşekkür kahve için, çay için.
Yüzü gibi yüreği de pak kızım,
Eksilmesin ömür boyu sevincin.

İki kutlama arası Bike’ye bir not yazmayı ihmal etmişim. Şimdi onu düşünüyorum. Hiç söylenmedi ama farkına vardı mı acaba, vardıysa kırıldı mı?

11 Kasım, Pazartesi

İçimde dışımda bir hantallık, huzursuzluk, hareketsizlik… Bir son okuma vardı elimde, okudum bitti. Hazırlamam gereken edebiyat soruları var. Elim varmıyor. Günde on soru norm koymuştum kendime bir iki soruda kesiliyorum. Saçma geliyor yaptığım her şey, anlamsız bütün bunlar. Onları yapmayınca yerine anlamlı bir şey de koyamıyorum üstelik. Kısır döngü. Yine, yeniden.

Oysa Firuze’yi masaüstüne atmıştım Aysona’yı buluta gönderdikten sonra. Daha dosyayı açmadım bile. Dışarı çıkmadan, insanlarla konuşmadan, evinsiz bir döngü içinde buluyorum kendimi. Hikikomori dedikleri ruh hali böyle bir şey mi? Sanırım tam o değil ama benzer çizgiler taşıdığı da yadsınamaz. Adı kulağa hoş geliyor ama bir çeşit hastalık. Osman Yüksel hastalığının adıyla espri yaparmış. Ne havalı hastalığım var, insanın benim de bir Parkinson’um olsa diyesi gelecek dermiş, hikikomori de öyle bir durum. Gerçi hastalık mı o da tam belli değil ya.

Yorumlar

Popüler Yayınlar