Köyde III (Selam Sırfâş)

17 Temmuz, Çarşamba

Az öce bir sağanak geldi geçti. Balkonda kahvaltı yapıyorduk, yaprakların üzerine damlalar düşmeye başladığında. Neyse ki düz yağıyordu yağmur. Yine de ıslanma tehlikesi olan yastıkları minderleri ortaya çektim, kilimleri çemredim.

Sabah divana oturmuş evrad-ı kudsiye okuyordum, baktım Kadir Efem şehre gitme pantolonunu giymiş gidiyor. Acıpayam’da işlerim var, gidip geleyim, dedi. Vehbi daha uyuyordu. O da gitmeyi düşünüyormuş aslında. Gönderebilirdim. Ama organize edemedim. Babam ve oğlumla yaptım kahvaltıyı. Dünkü tarhanayı ısıttım, patates kızarttım, domates dildim, helva, karpuz, zeytin. Çok yemedi ikisi de. Oysa babam dün tarhanayı sevmişti, hatta “Bu etli tarna nerden geldi hindi?” demişti. Nereden gelecek, ablamın yönlendirmesi ve aydınıp durması neticesi ben pişirmiştim.

Yağmur dindi. Saçaklardan ve ağaçlardan düşen damlaların sesi var şimdi sadece. Bir de ilerden bir yerden kumru sesleriyle uzaktan gök gürültüleri geliyor.

*

Dün Hilal yeğenle akşamüstü yürüyüşümüze Yunus ve Vehbi de katıldı. Önce Bal ormanına doğru gidelim dedik. Baktık yokuşta nefes nefese kalıyoruz, Hilal, “Bana zor gelecek düz gidelim yine.” dedi. Kireç Ocağı’nda Harman Çayır’a sapan yolun oradan ormana girdik. Halillerin bükten eski bildik parkurumuza indik. Akpınar’dan birkaç yudum su içip geri döndük.

Yunus’la Vehbi halalarının öğrettiği şekilde geyik usulü su içme denemesi yaptılar. Sonra suya birer gemi bırakalım bakalım kiminki çok gidecek dediler. Ben bir boruk dalı parçası bıraktım, yarım metre bile gitmeden bir taşa takıldı kaldı. Üçünün bıraktığı yapraklar köprünün altından geçti gitti. Tek kaybeden ben oldum. Dönüşte Hilal karamukları inceledi durdu dünkü gibi. Oğlanlar bir çamın dalında kozalak turkutma yarışı yaptılar. Sonra yol boyu kozalaklarla futbol oynaya oynaya döndüler. Yola çıkmadan önce içtiğim limonatadan bir bardak da dönünce ikram etti Hilal.

Yengem yevmiyeye gitmiş. Çok yoruldum, dedi. Akşama kadar darı otu temizlemişler üç arkadaş ve altmışar lira kazanmışlar. O işteyken tüp değiştirmişlerdi. Tüp kaç lira dedim. Hiç değilse tüp parası çıkmıştır, diyecektim. Doksan mı doksan beş mi neymiş. Hilal, “Ben de gitsem tüp parasını çıkaracakmışız.” dedi.

*

Sezai Karakoç’un Edebiyat Yazıları’na devam ediyorum. Birinci kitaba başladım bu sefer. Eskiden alt başlık yoktu. Şimdi “Medeniyetin rüyası rüyanın medeniyeti şiir” alt başlığıyla çıkmış. Elimdeki kitap altıncı baskıymış. Ben daha önce mavi kapaklı bir baskı okumuştum. İki veya bir, bilmiyorum. Üniversitede birinci veya ikinci sınıfta okumuştum bu kitabı. Altını çizerek. O kadar çiziyordum ki bakmışım sayfanın neredeyse tamamı çizili bu sefer daha önemli bulduğum yerleri düz çizgi üstüne eğri sulu çizgiyle çiziyordum. Sonra çizdiğim yerleri özet niyetine bir deftere yazıyordum bir de. Aradan neredeyse otuz yıl geçmiş. Hala iyi buldum kitabı. Eskisi kadar değil elbette ama, çizdiğim yerler oldu.

Bu alıntılar o çizili yerlerden bazıları:

“Bu dünya, aslında o dünya metnine bir çıkma, bir dipnottur.”

“Tam bu noktada, iki yol açılmıştır. İnsan eliyle hazırlanan kıyamet, ya da onu bir kez daha erteleyen diriliş.”

“Yeni gelenin özgürlüğünü hak etme sınavının kara tahtasıdır gelenek. Pirlerle alışverişin usul ve adabıdır.”

“Doğanın somutundan soyutlamaya, soyuttan sanat somutlamasına çıkışın tarih içinde oluşmuş samanyoludur gelenek. Öyle bir samanyolu ki, doğan her yıldız, güneş ve güneş sistemi, onu izlemek, yolunu onu izleyerek bulmak, onun içinde de dışında da ondan haberli olmak zorundadır.”

*

Yağmur dindi ama hava bulutlu, uzaktan gök gürültüsü geliyor hâlâ. Sabah attığım çamaşır yıkandı. Mecbur sereceğim, artık kurur mu ıslanır mı bilemem.

Yorumlar

Popüler Yayınlar