ZARF

Mektubu açmaya cesaret edemedi.
Ne zamandır beklediği bir mektuptu oysa. Öyle güzel bir el yazısıyla yazılmıştı adı üstüne. Özenle. Tam olması gerektiği yere. Harflerin dizilişi, aralarındaki oran, hepsi muntazamdı. Gönderenin adı yoktu. Ad yerine iki harf vardı sadece. Sonra pul da bizzat gönderen tarafından seçilmiş ve yapıştırılmış olmalıydı.
Şimdi havalı bir ofiste olmalıydı bu mektubu açmak için. Keskin ağızlı bronz bir mektup açacağı almalıydı sümenin yanından. Bu özel ve özellikli bıçak da kalemlerle, kalemlikle, mürekkep kurutucuyla, kâğıt ağırlığıyla, fincan altlıkları ve saireyle birlikte takımın bir parçası olmalıydı. Sümen takımı mobilyaya, mobilya takım elbisesine, elbisesi kravat iğnesine uyumlu olmalıydı.
Mutfakta olsa da olurdu. Bir meyve bıçağı alırdı. Ama öyle meyve bıçağı diye yutturulan tereyağı bıçaklarından değil, gerçek meyve bıçağı. Ucundan usulca sokar, sonra yavaş yavaş kırt kırt kırt diye kısa kenarını baştanbaşa keserdi zarfın. Ama mutfakta da değildi şimdi. Posta kutusunun yanında dikelmiş elindeki zarfı inceliyordu.
Kaç zamandır beklediği mektup, adı bu kadar özene yazılmışken zarfın üstüne…
Sonra belki ömür boyu saklayacak bu mektubu. Belki çocuklarına torunlarına gösterecek. Öylece… Hoyratça… Yırtar gibi açacak değildi ya.
“Önemli olan zarf.” dedi. Mektubu işyerinde açmak üzere çantasına attı.

Yorumlar

Popüler Yayınlar