Özge'nin Küçük Prens Şiiri
Cumali öğretmen o gün yine o yıl ilk kez dersine girdiği onuncu sınıflarla Küçük Prens okudu. Bu kaçıncı okuyuşuydu saymıyordu artık, en son yetmişi geçtiğini hatırlıyordu. O gün tilkili bölümü okudular. Alışmak, evcilleştirmek, evcilleşmek, sevgiyle alışkanlık ilişkisi gibi şeylerden bahsettiler öğrencilerle. Tilkinin B612’de avcıların olmadığını duyunca yaşadığı sevincin tavukların da olmadığını duyduğunda nasıl hüzne dönüştüğünden bahsettiler. Bir çocuk dedesinin hep, iki iyilik bir arada olmaz, dediğini söyledi. İki iyiliğin bir arada olabileceği durumlar var mıdır, yok mudur, tartıştılar.
Cumali, öğretmenler odasındaki dolabını açıp, kapağı ve sayfaları iyice yıpranmış otuz küsur yıllık "Küçük Prens"i dosyasına yerleştirirken Özge’nin kendine teslim ettiği şiiri gördü. Alıp tekrar okudu. Acaba yanlış mı yapıyorum böyle romantik şeylerden bahsetmekle, bak öğrenciler nerelere çekiyorlar, gibi bir düşünce geçti aklından. Sonra, aslında aşkın ve romantizmin o kadar da kötü olmadığını düşündü. Hem birçok şey konuşabiliyorlardı Küçük Prens üzerinden. Öğrencilerin konuşmasına da fikir yürütmesine de katkısı olduğu kesindi bu okumaların. Ama bu şiir hüzünlendirmeye yetmişti işte. İşin aslını da bilmiyordu üstelik. Öğrenciler anlatırsa güzelce dinler, anlatmazlarsa öğrenmek için sorular sorup sıkmaz istemezdi kimseyi. Bu da onun prensibiydi. Zemin hazırlar, öğrencinin kendiliğinden açılmasını beklerdi.
Özge’nin Cumali Öğretmene teslim ettiği “Küçük Prens” şiiri:
Bu naz değil,
Bu kibir değil,
Çaresizim Küçük Prens’im.
Ben uzak bir gezegende kaldım yalnız,
Dört dikenim var sadece,
Nasıl korunayım kaplanlardan, nasıl korkutayım,
Dikenlerim kendimi acıtıyor.
Sen gittin dünya çölüne,
Bileğime sarı yılanlar halkalanmış,
Her seferinde yanlış gezegenlere çıkıyorum.
Yıldız sayan ciddiler,
Generallerine deniz kuşu olmayı emreden krallar,
Ve utanıp içen, içip utanan ayyaşlar arasındayım.
Büyükler sayılarla ilgileniyor hep,
Kaç netim var, kaç kitap bitirdim,
Hayat çoktan seçmeli buralarda,
Hep seçmeli, karalamalı, kocaman paketler dolusu 2B uçlarla.
Uçlar dikenler olup içimi acıtıyor Prens’im,
Soruları cevapsız bırakıp istediğimi konuşmak gelmiyor elimden.
Bu sayılarla hesaplayıp,
Basamak yapıp bu kitapları,
Çıkabilir miyim o yıldıza…
… o yıldıza, yılda bir görünen
Hem de uzaktan, hem de sönük.
Gözle görülmez oysa, yürekle görülür,
Oysa mühim olan beş bin güllü bahçe değil…
Neyi arıyorum Küçük Prens’im,
Neyi arıyoruz…
Tek bir gül emek verdiğimiz,
Arayıp bulduğumuz bir yudum su…
Kalbimin volkanlarını temizleyemiyorum sensiz,
Patlarsa fena olacak Prens’im.
Baobablar sardı kalbimi,
Kalbim unufak, kalbim hantallaşmış,
Gülün fanusuna kapandı yokluğunda,
Ama yine cereyanda hep…
Her gün kötü tohumlar ekiyor beynim,
Sen yoksun…
Günde 44 günbatımı izliyorum kederden.
Bazen 444.
Sonra bazen 4444 tefriciye sayıyorum,
Ferec olsun diye…
Dikenler büyütüyorum insanlara,
Dikenler büyütüyorum dünyaya,
Korkunç görüneyim, gelmesin kaplanlar üstüme,
Ama olmuyor küçük lokmam, olmuyor.
Ben tek bir gülü sevmişim, yekta,
Bir koyun onu yedi mi bütün yıldızlar sönecek.
Bir kül yağmuru gibi yağacak üstüme.
Belki güzelim ve güneşle uyandım,
Ama beni sözlerimle değil,
Davranışlarımla değerlendir Prens’im,
Alınıp kaçma gezegenimden.
Evcilleştirdin beni işte,
Artık başakların rengi,
Artık yıldızların ışıltısı,
Hep hüzünle esecek yüreğimde.
Kimse yerinden memnun değil bu dünya gezegeninde,
Trenler geliyor, trenler gidiyor,
Ve umursamıyor, hiçbir şeyin peşinde değil kimse.
Ben de dünyalıyım işte Prens’im,
Kelebeklerle tanışayım istiyorum hep,
Ama zor geliyor tırtıllara katlanmak.
Geçiciyim Prens’im, biliyorum geçeceğim,
Dört dikenim var sadece,
Sanal korkular üreten
Dikenlerim kendimi acıtıyor Prens’im,
Elim avucum boş,
Cereyanlardayım…
Tek sermayem,
Sadakatim.
… Okuduktan sonra, yine aynı şekilde dosyaya koyup yerine kaldırdı. Fincanına biraz hazır kahve döküp dolabı kapattı. Sonra kaynayan çaydanlığa yöneldi.
Hüzünlenince böyle yapardı. Kahvesini alır, pencere kenarına bir sandalye çeker, bahçedeki öğrencileri ve Eğriboyun Kabristanının servilerini seyrederdi. Bazen de ilerdeki Karıncalı Dağının eteklerinde toplanan bulutlara dalardı.
(Oksuz Kirpi'den)
Yorumlar
Yorum Gönder