Can İçre Arayışlar ya da Kazıya Devam
Yazmak, biraz da kazmaktır belki. Belki bir bakıma kazımaktır. İnsan yazarak da düşünür çünkü. Yürümek gibi yazmak da düşünmenin yollarından biridir. Bir define aramak için kazar bazen insan. Bazen, babalarının “Bu tarlada hazine var.” sözü üzerine bütün tarlayı kazan çocukların, “Hazır kazmışken ekelim.” dedikleri gibi aradığını bulamaz belki ama gösterdiği çabanın meyvesi olan başka hazinelerle karşılaşır.
Yazmanın kazıma oluşuna gelince, mesela kadim yazıcıların enikonu birer heykeltıraş olduğunu söyleyebiliriz. Oldukça sert ve dayanıklı bir malzemeye ellerindeki metal kalemlerle figürler, semboller kazıyordu onlar. Benim kazıma dediğimse bu değil. İnsan yazarak, elindeki ham malzemeyi -yani kendini, potansiyel insanı- kazıyarak o granit içinde saklı heykeli bulmaya çalışır kanaatimce. Bu yönüyle yazı, ruh heykelini ortaya çıkarma yollarından biri de olabilir. Veya bu yolda alınmış notlar, yollara bırakılmış işaret taşları.
Denemeye “yol yazıları” diyordu bir dostum. Önceleri onun gezi yazısıyla denemeyi karıştırdığını düşünürdüm. Sonra kendim de karıştırdım, karıştırmanın daha doğru olduğunu da düşünüyorum. Çünkü mekânda yolculuk, hayat yolculuğundan ayrı düşünülemez. İnsanın kendi içinde çıktığı yolculuklar da dış dünyanın yolculuklarından bağımsız değildir. Mesela kimse kaçıp kendinden kurtulamaz. Nereye gitse kendini de götürür. Aynı zamanda geçtiği bütün mekânlar, yaşadığı her olay, bazen ateşten bir nehir gibi, bazen tatlı bir tanyeli gibi kalbinden süzülür insanın.
Dervişler, âşıklar, bilgeler, bilgeliği sevenler çokluk soylu gezginlerdir. Hep bir şeyi arayarak gezer dururlar. Aradıkları şeyin yanı başlarında olduğunu keşfederler yolun sonunda. Ama o keşif için de yine o yolculuk şarttır. Yol boyunca ruhlarını, potansiyel insanlıklarını yontarak o hazineyi keşfe müstait hâle gelmişlerdir. Nâ-ehil ellere düşen hazineler zayi olup gitmeye mahkûmdur çünkü. Hazine, koyunlarını otlattıkları o eski kilise harabesinin oralarda bir yerlerdedir belki. Fakat bulmak için bir düşün peşine takılıp kendini yollara vurmak gerekecektir. İthaka’ya giden yol engellerle doludur. Yalnız o engelleri aşıp köyüne dönen kişi evinde yuvalanan düşmanlarla baş edebilir. Yine de asıl yolculuk içte yapılan yolculuktur. Arif Nihat şöyle anlatır bunu:
“Hükmü mü var boyun enin,
İçten açıksa yelkenin.
Yollar içindedir senin,
Yollara çıkmadan yürü.”
İçten açıksa yelkenin.
Yollar içindedir senin,
Yollara çıkmadan yürü.”
Dış yolculuk her zaman gerekmeyebilir yani. Bir de kitaplar arasında, bir kitabın sayfaları arasında yapılan yolculuklar vardır. Bu belki çokları tarafından insanın içinde, kendi kendine yaptığı bir yolculuk gibi görülebilir. Bana sorarsanız bunun da kendini yollara vurmaktan farkı yoktur. Belki yol arkadaşların daha rafine olabilir ama yalnız başına içinde yaptığın bir yolculuk değildir bu. Kitaplarda yapılan yolculuklar da insanı bir yerlere götürür, bir yerlerden getirir. Bütün bir ömür ve yollar, yerler gibi, metinler de kalbinden süzülür gider insanın. Bazen yaralayarak, dikenli teller gibi kanatarak, parçalayarak, bazen yaraya merhem sürerek.
Bütün bu zahmetler ne diye mi? Kendini bilesin diye. Kadim zamanlardan beri, kişioğlunun soylu arayışıdır bu. Hikmetin, felsefenin düğümlendiği nokta... “Gnothi seauton” yani "Kendini bil" bir antik Yunan vecizesidir. Delfik mabetlerde hemen girişinde olurmuş eskiden. Bu sözün Delphi'deki Apollon Tapınağının girişinde altın harflerle yazılı olduğunu söylüyorlar. Peki, ilk kim söylemiş “Kendini bil.” diye. Söz Sokrat’tan Pisagor’a birçok antik Yunan bilgesine mal edilmiş. Bazıları sözün eski bir şaire ait olduğunu söylerken bazıları cennetten gelen bir ilke olduğunu ileri sürmüşler. Belki gerçekten cennetten gelmiştir bu söz, tartışılabilir. Ama cennete götürecek bir söz olduğu tartışma götürmez kanaatimce. Cenneti hangi anlamıyla düşünürseniz düşünün. İster dinlerin vadettiği cennet, ister dünya cenneti, ister bir huzur ortamı manasıyla insanın iç dünyasının cennete dönmesi.
Bu antik aforizmanın Müslümancası kudsi hadis olarak rivayet edilen “Nefsini bilen Rabbini bilir.” sözüdür ve tasavvuf yolunun temel rükünlerinden biridir.
“Nefis” de aslında “kendi” dönüşlülük zamiridir. Ama “nefsini bilmek” sanırım “kendini bilmek”ten fazlasını anlatıyor. Zaten, “Kendini bil.” sözünün Arapça tercümesi “Nefsini bil.” şeklinde değil “Zatını bil.” şeklinde veriliyor. Bu öğreti zamanla Rum erenlerinden Hacı Bayram Veli’nin dergâhında “Sen seni bil sen seni.” melodisiyle terennüm edilmiş.
“Bilmek istersen seni
Can içre ara canı
Geç canından bul anı
Sen seni bil sen seni”
Can içre ara canı
Geç canından bul anı
Sen seni bil sen seni”
diyor Pir ve devamında tafsilatı geliyor. Zat nedir, sıfat nedir, ef’al nedir, sıralıyor Hazret. “Can içre aramak”, “kendini bilmek” yolunda çıkılacak uzun bir yolculuktur. Gerçi bu şiirin nakaratına “haddini bilmek” gibi yer yer kısıtlayıcı bir anlam da yüklemişler zamanla ama kendini bilmek, nefsini bilmek haddini bilmekten çok daha fazlasıdır. O anlam söz konusu nakaratın içerdiği anlam katmanlarından bir cüz olabilir sadece ve “Otur oturduğun yerde.” kısıtlayıcılığına indirgenmediği sürece o da güzeldir. Nitekim şöyle bir açılımı da vardır o mananın: “Çeşm-i insaf gibi kâmile mizan olmaz / Kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz” (Talibi)
Yine Pirin “Nagehan ol şara vardım / Ol şarı yapılır buldum / Ben dahi bile yapıldım / Taş u toprak arasında.” dörtlüğünün yer aldığı şiirine de bayılırım. Burada hem yapıya şahitlik var, hem yapının malzemesi olmak, hem bunu seslendirmek. Burada rastlanan şehir özellikle azimet edilen bir şehir değil, yolların yolcuyu götürdüğü bir şehirdir. Şiirin tamamından bu şehrin gönül şehri olduğunu anlıyoruz.
İnsanın yolculuğu bu şehre varma, o şehri güzelleştirme ve koruma çabasıdır sanırım. Ve bütün bir ömür “can yurdu cenkleri”…
Dönüp başladığı yere gelen insan ne aynı yere gelmiştir, ne o insan artık yolculuğun başındaki aynı insandır. Devir, döngü, tekrar değil tesistir.
Deneme nedir peki, o arkadaşım haklıymış diyorum şimdi, deneme yol yazılarıdır, yolcunun seyir defteridir. Cönktür. Yazıyla kendi içinde çıktığın bir yolculuktur.
...
Yazıya devam öyleyse, yoksa kazıya mı demeliydim.
Hüdayi Can
Şubat, 2015Bu yazı Temrin dergisinin 105. sayısında (Temmuz 2020) yayımlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder