Slm Sırfaş!



18 Şubat, Pazartesi

Rüyamda bir kayısı ağacı gördüm. İri iri kayısı çağlalarıyla dolu. Çağla ama iri olgun kayısı boyunda. Bu daha büyürse ne kadar olur diye düşünüyorum. Ağacın kara kabına kadar çağla. İnce bir ağaç, dalları kırılmasın yükten... Birazını elimle koparıp bir masanın üzerine koyuyorum. Koparırken dengeli olmalı, seyreltmeli ki kalanlar daha iyi büyüsün, diye düşünüyorum. Yere dökülmüş bazıları. yeri kaplamış, o kadar çok. Onlar da alınsa yenilir aslında. Ama yemek için geçtir belki, diyorum. Baksana kocaman olmuşlar. Çağla için geç, kayısı için erken... Biraz lekeli, hastalıklı mı acaba bu meyveler, soruyorum kendi kendime...
Dün de bir merdiven vardı rüyamda, bir evin dışından inen, korkuluksuz, basamaklar dar ve dik, yer yer betonu eskilikten, zamanın ve iklimin yıpratmasından dökülmüş, çürümüş. İnmem lazım korkuyorum. Sonra iniyorum korka korka, yaşlı bir hastayı ziyaret ediyormuşuz, ev ne kadar kötü yapılmış, plan berbat, eşyalar kötü ve köhne, aklımdan bunlar geçiyor. Sonra dar sokaklarda bir kaçış, koşuşturmaca... Bir şekilde iç avlulardan, bahçelerden geçip, duvarlardan atlayarak sokağa çıkmayı başarıyorum. Ama sokağın sonu bu, gerisin geri bir duvar boyu yürümek lazım. Duvarın arkası bir köy mezarlığı olabilir, emin değilim.
Bu son anlattığım görüntüler bu geceden mi onu da ayıramıyorum. Uykular uykulara, rüyalar rüyalara karışıyor. Unutkanlık diz boyu.
Sabah Vehbi'ye kahvaltıda ne istersin dedim. Üç şık sundum. Tost dedi. Bir tost, yarım ekmek boyunda döner ekmeğine. Dörde böldüm, ikisini yedi, ikisi beslenme... Benlenme kabını getir, dedim, çantanda kalmış yine. Kutu geldi. İçinde eski bir tost parçası. “Bunu dün akşam çıkarman lazımdı. Şimdi kim yiyecek?” diye kızdım. Yeni tostları koyarken eskiden bir ısırık aldım. Tadı tuhaf, ısıtsam mı diye düşündüm. Tost demirini ocağın üstünde unutmuşum, bir iki saat orada kalmış, soğutmak için suyun altına tuttum, ıslak, yıkamak lazım... Bunları düşünürken tosta tekrar baktım, beyaz küflerle kaplı, hemen çöpe attım. Dolaptan kefir kavanozunu çıkarıp biraz yedim. Zehirlenmeyeyim diye.
Sonra tarhana pişirdim. Neval aç gelir. Ondan önce hilal geldi. Gelince Hilal'e anlattım. “Dünden değildir o, daha eskidir.” dedi. Bir anda bugünün pazartesi olduğunu hatırladım. Dünden değil elbet, cumadan kalma o tost parçası. Kefirin üstüne biraz da yoğut kaşıkladım. Sonra içine elma sirkesi kattığım suyu içtim. Unutkanlık, zihin dağınıklığı... Hayır, dizden aşmış olmalı.
... Rüyada ham meyve görmek, merdiven inmek, tuhaf tuhaf yorumlar. Bir iyi diyorlar, üç kötü... Kim bilir nasıl bir bilinçaltı yansıması. Böyle bilincin üstü ne ki, altından ne bekleyeceksin.
Selim İleri'den bir roman okuyorum. “Bu Yalan Tango”. Çokça hüzün. Hayatın faniliği. Boşa geçmiş bir ömür kahramana göre. Her ömür geriye doğru bakınca o ömrü yaşayana biraz böyle boşa geçmiş gibi mi geliyor acaba? Roman iyi ama yoğun hüzünden dolayı bir çırpıda okuyamıyorum. Biraz okuyunca zamanın geçip gitmesi, fanilik duygusu boğuyor sanki, ara vermek zorunda kalıyorum. Necatigil'in bütün şiirleri okurken böyle olmuştum. Kitabı birkaç aya yayarak okuyabilmiştim ancak. Bu sefer o kadar yayamam. Kütüphanenin kitabı, bir kez uzattım zaten, bu sefer bitirip iade etmem lazım.
Bir de şiir kitabı almıştım. Melih Cevdet'in bütün şiirleri. Garip dönemi şiirleri o kadar sarmadı doğrusu, sonra daha farklı şeyler gelecek sanırım. Neval'i dişçiye götürüyorum. Dişçide beklerken okuyorum şiirleri. Altını çizmek istediğim dizeler, şiir kitaplarının başına serlevha yaptığı dizeler. Şimdilik tabi.

“Umut bir ağaçtır / Gökleri sarar”
“Tam konuşmaya başlarken / Güneş açmasın mı”

Şimdi ben yazarken dışarda da güneş açmış sanki. Ama nedense içime çöken hüznü dağıtmaya yetmiyor. 

Yorumlar

Popüler Yayınlar