CEYLANLI DEFTER
Arkadaşlarıma anlatıyorum. Biz yazın bir araya geldiğimizde oturur kardeşlerimle şiir okuruz. Şaşırıyorlar.
Doğrudur, baba eviyle yaşıt ulu badem ağacının gölgelediği tahta balkonda veya kirazın altında, üç beş antolojiyi elden ele dolaştırarak şiir okumanın tadı kolay elde edilir hazlardan değildir. Bazen bu antolojilere kült şiir kitaplarının katıldığı, halkayı oluşturan kardeşlere dayıların, amcaların, halaların, yeğenlerin de dahil olduğu görülebilir. Sonrası tam bir şölendir.
Eline kitabı alan zaman olur önceden bildiği ve tekrar tekrar okumaktan zevk aldığı bir şiiri seslendirir; zaman olur ortaya veya biri için tefeül eder. Bakalım ne çıkacak bahtına…
Sonra hafızalarda eski oturumlardan kalma mısralar uçuşur. İlkokul, ortaokul kitaplarından, bayramlardan, kutlamalardan uçuşup gelen mısralar ortaya dökülüp, şölene dahil olur. Hadi derler, kayın biraz kenara, bize de yer açın.
Bu meclislerde artık ne zamandır görmediğim eski bir defter var ki muhtemelen bu geleneğin temelleri o defterin sayfalarında atılmıştır ilkin. Ben onu anarken “Ceylanlı Defter” demeyi tercih ediyorum.
Çocukluğumuzda köyde bir başka örneğini görmediğimiz olağanüstü bir defterdi bu. Kalın bir cildi vardı. Yeşil, plastik bir cilt. Cildinde nasıl desenler vardı şimdi orasını pek hatırlayamıyorum. Sayfa kenarlarını süsleyen desenleri ise hayal meyal hatırlıyorum. Belki bir kuş, bir balıkla süslenen kenarlar da vardı, orasından emin değilim. Emin olduğum, bazı sayfa kenarlarını bir çift ceylanın süslediği. Ceylanlı defter demem ondan.
Bu defter, bizim “koca ev” dediğimiz büyük odanın gömme dolaplarından birinde bulunurdu. Sayfalarına şiirler yazılmıştı. Farklı kalemlerle farklı eller tarafından yazılmış şiirlerdi bunlar. Sanırım o zamanlar köyümüzde bulunan tek şiir defteri ve dolayısıyla tek antolojiydi.
Köyde kutladığımız en coşkulu bayram yirmi üç nisandı. Sanırım hala öyledir. Her yıl, yirmi üç nisan oldu mu büyük çocuklar iyi bir şiir bulup ezberlemek için bu deftere müracaat ederlerdi. Bir şiir seçer, kendi defterlerine veya yanlarında getirdikleri “çıkartma”ya istinsah ederlerdi. Çıkartma defterin ortasından koparılan çift kanatlı kağıdın adıdır bu arada. Sonra şiiri ezberler, bayramda, okul bahçesine toplanan bilumum köylülerin, ilçeden gelen hatırlı ve resmi misafirlerin önünde okurlardı.
Acaba bu ceylanlı defteri kim aldı? Kim şiir defteri haline getirdi ve bizim “koca ev”deki gömme dolaba nasıl geldi bu defter? Bunlar cevabını bilmediğim ama üzerine fikir yürütebileceğim sorular. Tıpkı, “…ve şimdi o defter nerede?” sorusu gibi.
Bu defter zannımca dedemin Denizli’deki evinden gelmiştir. Bir ihtimal - bu oldukça küçük bir ihtimal - Şevket Amcam tarafından, daha büyük ihtimal Gülistan veya Süleyha Halam yahut Ayhan Dayım tarafından alınmış olmalı. Çünkü, bildiğim kadarıyla münderecatında Şevket Can imzalı bir şiir yoktu.
Sonra eve gelip giden, ilgi duyan, canı çeken tarafından yazılan şiirlerle doldurulmuş. Dokuzkavaklar Mahallesindeki o gecekonduda bir çok öğrencinin ikamet ettiği, bütün köyün ve hatta civar köylerin misafir edildiği düşünürse defterin içeriğine çok farklı kalemlerin katkıda bulunması anlaşılabilir.
Deftere şiirler yazılırken de tamamen doğaçlama diyebileceğimiz bir yol izlenmiş. Sevdiği bir şiiri deftere geçiren kişi bazen şairin adını yazarken bazen “yazan: filanca” notuyla kendi ismini kaydetmeyi tercih etmiş. Bu durumda bazı meşhur şiirler aileden bazılarına atfedilmiş. “Filanın şiirini bu yıl falan çocuk okudu.” gibi. Arada bunun tam tersi durumlar da olmuş. Mesela Ayhan Dayımın bir şiiri yıllarca meşhur bir şairin şiiri sanılarak bayramlarda okunmuş.
Bir de o deftere gurbette ölen ağabeyimin yazdıkları vardı ki, tam halk edebiyatı geleneği. Okuduğu şiirleri kendine uyarlayarak yazmıştı deftere.
“Gölcük aldattı beni,
Güldü ağlattı beni.
Kölesi oldum Gönen’in,
Götürdü sattı beni.”
Bu şüphesiz hatırası mukaddesleşmiş bir merhumun arkada bıraktığı yakıcı mısralardı. Sonradan Orhan Seyfi’nin orijinal mısralarını okuduğumda bana basit gelmişti iki defa “gönül” kelimesinin tekrarlanması. Şu an ise iki “gönül” mefhumunu Gölcük ve Gönen yer adlarıyla çeşitleyebilmesini orta birinci sınıfta okuyan bir öğrencisi iyi bir metin zekası olduğunun kanıtı olarak görüyorum.
Bazen münasebeti çıkar bir sohbet esnasında Aşık Kerem’in ağzından kuzulu ceylana veya Ağrı Dağına seslenen dörtlükler okurum. Hazır bulunanlar şaşırırlar. Nereden biliyorsun bunları. Bunlar o zamanlardan, o defterden kalmadır.
“Kaç kuzulu cerran yad avcı geldi.”
Belki defterin hafızamda ceylanlarıyla yer etmesinde de bu dörtlüklerin etkisi vardır. Çocuk zihnine kazınan bir av sahnesi. Köy evlerinin duvarlarına asılan buna benzer bir kadife tablo da vardı bir zamanlar. Avcılar, ellerinde tüfekleri, önlerinde tazılarıyla bir ceylanı kovalıyorlar. Ceylan yaralanmış, kuzusunu beklesin mi kaçsın mı ikilemde kalmış, çaresizliği gözlerinden okunuyor.
Sonradan o dolapta nereden geldiyse “Şiir Defteri” adlı bir antoloji görülmeye başladı. Vasfi Mahir’in miydi neydi? Sanırım o kitabın üzerinde halalarımdan birinin adı yazılıydı.
Sonra başka kitaplarla şenlendi bu meclisler.
Başka mekanlarda, başka gruplarla böyle şiir okumaları yaptım mı, hayır... Ambarlı’yı saymazsak tabi.
Kardeşim Fatma’yla İstanbul’da yatılı okurken hafta sonları Ambarlı’ya evci çıkardık. İki amcam birlikte kalıyorlardı o zaman. İşte o evde, Şevket Amcamın yetişmemize çok katkısı olduğu tartışılmaz olan kütüphanesinden şiir kitapları ortaya dökülür, geceler boyu şiirler okunurdu.
Bir mühendis, bir doktor, bir lise, bir ortaokul öğrencisi şiir ortak paydasında buluşurlardı. Bazı meşhur şarkıların aslında kimin şiiri olduğunu orada keşfederdik. Ben Çağaloğlu kitapçılarından, Beyaz Saraydan yeni kitaplarını aldığım şairlerin baskısı olkayan ilk kitaplarını amcamın kütüphanesinden bulur, okur, arkadaşlarımla konuşurken bir nesil öncesinin ağzını ve birikimini kullanabilirdim.
Şimdi belki de bu hatıraların yönlendirmesiyle bazen sınıfa beş on şiir kitabı götürüp öğrencilere şiir okutmaya çalışıyorum. Şiirin tadını alsınlar istiyorum. Faydası oluyor mu bilmiyorum doğrusu. Ama başta tutuk tutuk, adeta zorlamayla okurken sonra gönüllü okumaya başlıyor bazıları.
İşte şimdi, belki gönül tellerinde bir kıpırdama oldu diyorum. Belki biri bir şiir kitabı, bir antoloji alır bundan sonra. Belki birkaçı bir yurt odasında, bir öğrenci evinde şiir meclisi kurmaya kalkar. Eğer bir öğrencide böyle bir değişim olduysa bu büyük bir şeydir benim için. Bir kişinin hayatına şiirin girmesi az şey değildir. Şiirin açtığı o menfezden çok iyiliklerin, güzelliklerin girebileceğine inanırım.
Hüdayi Can
Yorumlar
Yorum Gönder